BİR CEZVEDEN DÜNYAYA

‘‘Kahve bir fincanlık değil yüzyıllık hatır.’’

Kokusuyla sabahı uyandıran, güneşi selamlayan, sohbeti başlatan, hatıraları canlandıran o büyülü içecek… Bizim kültürümüzde kahve sadece bir içecek mi ki?
Tabii ki hayır… Bir oturuşun, bir kelâmın, bir dostluğun, bir paylaşımın, bir sırrın bahanesidir aslında kahve.

Uzun Bir Yolculuğun Hikâyesidir
Rivayetlere göre kahve, Habeşistan dağlarında bir çoban tarafından keşfedilir. Sonra Yemen’e, oradan da İstanbul’a gelir.
17. yüzyılda tüm Avrupa kahveyi tanıdığı hâlde, kimse onu bizim kadar sarıp sarmalamamıştır. Kahvenin ilk büyük durağı, ilk büyük ustası İstanbul’dur.

Kahve, Bizans sonrasında Osmanlı saraylarının kenti İstanbul’da Türk ustalığıyla bir kimlik kazanır; günümüze kadar ulaşır, kıymetini artırarak popülaritesinden hiç ama hiç kaybetmeden…
Közde ağır ağır pişer. Telvesi dibe çöker, köpüğü tacı olur. Kültür olur, tören olur, muhabbet olur…
Haddizatında Türk kahvesi, yüzyıllardır süzülüp gelen inceliklerin, sabrın ve zarafetin bir yansımasıdır. İnce belli fincanlarda, közde ağır ağır pişirilirken bile bize şunu öğretir:
‘‘Hayatta güzellik, aceleyle değil; emekle elde edilir.’’

Kahve Bir Ritüeldir Bizim Kültürümüzde
Gelini istemeye giderken kahve ikram edilir.
Orada kahvenin tadından çok, kalbin samimiyeti ölçülür.
Kahve falında, hiç inanmasak da muhabbet, sohbet olur. Bazılarına göre boş olsa da bir umut olur…
Mahallede komşuya kahve içmeye gitmek, “Ben buradayım; sen de yalnız değilsin.” demektir.
Bir fincan Türk kahvesi: yuvadır, sıcaklıktır, paylaşımdır.

Kahve, sadece güne başlatan bir ritüel değil; milletçe bizi bir arada tutan, dilimize ve gönlümüze sinmiş bir medeniyet sembolüdür.
Her ne kadar kahve çekirdeği dünyanın farklı yerlerinden gelse de, o çekirdeğin “Türk kahvesi”ne dönüşmesi — cezvesiyle, pişirme tekniğiyle, köpüğüyle ve fincanındaki nezaketiyle — bizim coğrafyamıza ait olduğunun ve kültürümüzün bir nüvesi hâline geldiğinin göstergesidir.

İnsani bir değerin, vefanın, paylaşmanın sembolü olan kahveyle birlikte doğan kahvehane kültürü, yalnızca bir içme mekânı değil; fikirlerin tartışıldığı, edebiyatın doğduğu, halkın nabzının attığı, hemhâl gönüllerin dertlerinin paylaşıldığı bir sosyal merkezdir.

Şimdilerde Türk kahvesi artık sadece bizim gönlümüzde değil; dünya literatüründe de adıyla, kimliğiyle yerini alıyor: Coğrafi İşaret, Kültürel Miras Tescili… “Türk” adıyla korunmuş bir değer artık.
Bu kadim lezzet, yalnızca evlerimizin misafiri değil; artık dünyanın da tanıdığı bir kültür mirası.

Avrupa Birliği, 2023 yılında Türk kahvesine “coğrafi işaret” tescili vererek onun yalnızca bir içecek değil, coğrafyayla, tarih ve gelenekle yoğrulmuş bir kültürel değer olduğunu tescilledi.

Bu tescil ne mi söylüyor?
Hülasa, “Bu lezzet bir milletin el emeğidir, kimliğidir.” diyor.

Bu tescille Türk kahvesi dünyaya camilerin avlularındaki sohbetleri, Osmanlı saraylarındaki nezaketi, kitapların arasına sıkışmış ilmi, dostların arasındaki muhabbeti de sunuyor.
Bugün elimizdeki fincan belki porselen, sohbetler dijital ekranlarda sürüyor ama kahvenin etrafında kurduğumuz bağ hâlâ aynı sıcaklıkta… Bir dostluk vesilesi, bir gönül köprüsü.

Son Yudumda Diyelim ki:
Türk kahvesi, AB’de tescillendi diye değil; tarihin kalbinde çoktan yerini aldığı için değerlidir.
Her köpüğünde bir medeniyet yükselir,
her telvesinde bir hikâye gizlidir,
ve her fincanda Türk’ün misafirperver ruhu vardır.