BİR GÖZLEMEVİ

İnsanlık tarihi boyunca gökyüzü en çok merak edilen yer olmuş, gökbilim bu doğrultuda en gözde bilim dalları arasına girmiştir. 12.-15. yüzyıl arasında Müslüman coğrafyasının da birçok kentinde gözlemevleri kurulmuş, Nasirüddin Tusi, Uluğ Bey, Ali Kuşçu gibi bilim insanlarının öncülüğünde önemli çalışmalar yapılmıştır.

Bu yıllarda Müneccimbaşı Mustafa Çelebi’nin yerine atanan Takiyüddin bin Mehmet bin Ahmed de (1526-1585) Osmanlı’da ilk rasathanenin kurucusu olup, bir Türk çocuğu olarak Suriye’de doğmuş, Kepler’in hocası Danimarkalı Tycho Brahe ile aynı dönemde yaşamış, Mısır ve Şam’da eğitim almış bir bilim insandır.

Takiyüddin, padişahın hocası Hoca Sadeddin Efendi’ye bir rapor sunarak, artık Uluğ Bey’in zîcinin yeni rasatlarla düzeltilmesi gerektiğini, çünkü o zîce göre yapılan hesapların her zaman doğru çıkmadığını bildirmiş, Hoca Sadeddin bu rapor doğrultusunda, padişahtan Tophane bayırında bir rasathane kurulması için izin almıştır.

Takiyüddin’in onbeş yardımcısıyla kısa zamanda kurduğu rasathane o zaman için gerekli mekanik saat, gönye, kum saati, gök küreleri, pergel ve cetvel gibi gökbilim araçlarıyla donatılmış, yanında rasat araçlarının rüzgârdan etkilenmemeleri için 40 arşın derinliğinde bir rasat kuyusu kazılmıştır.

1575 yılında kurulan bu gözlemevi Türk bilim tarihinin en önemli olaylarından biri olmuş, Takiyüddin burada gök cisimleriyle ilgili gözlemler yapmış, gözlem aletlerinin en çağdaş biçime dönüştürülmesini sağlamış, güneş ölçü ve hareketlerinin hesaplanmasında en doğru sonuçlara ulaşmıştır.

Takiyüddin’in, Âlât-ür-Rasadiye Li Zîc-i Şehinşahiye isimli yapıtında rasathanede kullanılacak aletlerin adları, yapılış biçimleri kusursuz olarak açıklanmaktadır. Yapıtta aletlerin Ptolemaios’un Almagest’inde bildirilen usullere göre yapıldığını ve saniyeyi gösterebilen üstün özelliklere sahip “Bengâm-i rasadî”den de (Astronomik saat) söz edilir. 

Takiyüddin’in bulduğu güneş saatleri, mekanik saatler dışında; cep, duvar, masa saatleri; astronomik saatlerle gözlem saatlerini anlattığı “Mekanik Saat Yapımı” adlı kitabı, tüm dünyada o yüzyılda bu konuda kaleme alınmış ilk kitaptır.
“Müşebbehe bi’l-mantık” adlı ve burçlar kuşağı üzerinde uygulanarak, yıldızların yerlerini bulmaya yarar başka bir alet bulmuş, yaptığı gözlemlerin sonuçlarını toplaya­rak, Südret-ül-Münteha El-Efkâr Fi Melekût-İl-Felek-üd-Devvar adlı büyük yapıtını kaleme almıştır.

Kitapta, yapılan gözlemlere bazen “rasad-üc-ce- did-üs-sultani”, bazen de “rasad-üc-cedid-ül-Murad Hani” diye ad koymuş, ilk 40 sayfada trigonometrik çizgileri tarif ve hesabından söz ettikten sonra, astronomiye girerek, astronomik saatleri, gök dairelerini ve bu dairelerin kesişmesinden hâsıl olan açı hesaplarını açıklamış, ardından gözlem aletlerinin ve usul­lerinin anlatımı, sonra da ay ve güneşin hareketlerinin gözlemleri yer almıştır.

Ünlü Kopernik’in o yıllarda sinüs, kosinüs, tanjant ve kotanjantı bilmediği düşünülürse Takiyüddîn’in araştırmalarının matematik ve gökbilim tarihi açısından önemi daha da anlaşılacaktır.

Onun, teleskopun, 1600'lerde Lippershey tarafından geliştirilmesinden, 1609‘da İtalyan Galilei tarafından gökyüzünü gözlemlemek için kullanılmasından 30-40 yıl önce teleskop çalışmaları yaptığı da anlaşılmaktadır.

Ancak İstanbul rasathanesinin ömrü pek kısa olmuş şeyhülislâm saray çevresinin de desteğini alıp padişahı rasathanenin “günah” olduğu yolunda doldurmaya ve korkutmaya başlamıştı. 

Gökyüzünde çıplak gözle görülebilen bir kuyrukluyıldızın geçmesi, İstanbul’da önlenemeyen bir veba salgını ve sonrasında bir deprem olması ve İran Seferinin de beklenen sonucu vermemesiyle saray ve halk bu gerici söylemlerin ve boş inançların etkisinde kalmış, bu felaketlerin rasathaneden dolayı yaşandığı söylenir olmuştu.

Şeyhülislam’ın “Gözlem yapılan hiçbir memlekette mamur devletin tahrip olmadığı ve devlet yapısının zelzeleye uğramadığı görülmedi.” fetvasıyla III. Murad, “Derhal yıkıla!” buyurdu ve Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa, 21 Ocak 1580 tarihinde Takiyüddîn’in rasathanesini denizden topa tutarak yerle bir etti.

Gözlemevi yıktırıldıktan sonra, Takiyüddin’in İstanbul'da kaldığı, Kâtip Çelebi’ye göreyse Şam'a giderek çalışmalarını tek başına sürdürdüğü 1585'te öldüğü yazılır. Ölümü üzerine Şair Nadirî şöyle yazmıştır:


“Mezarında yatar iken Nâdiri gözler ser-i kuyun
Rasad-sâz oldu gûyâ seyreyier çâh içre gerdun”

(Mezarında yatar iken, başucundaki Nadir’i gözler/Kuyunun içinden bile hala rasat yapmaya devam eder.)

Takiyüddin Efendi, Johannes Kepler’den, Galileo Galilei’den bile önce, Batıdan bir adım önde gökyüzünü keşfetmeye koyulmuşken ne yazık ki bağnazlığın gücünü aşamamıştır.