Son dönemde sıkça duyduğumuz bir söylem var: “Terörü bitirdik.” Bu, on yıllardır bu toprakların canını yakan bir sorunun bitişini müjdeleyen, duymayı özlediğimiz bir cümle. Ancak madalyonun iki yüzü vardır. Bu zafer ilanı, aynı zamanda üzerinde derinlemesine düşünmemiz gereken stratejik bir körlüğün habercisi olabilir mi?
SİHA’lar Terörü Bitirdi mi, Evrimleştirdi mi?
Türkiye'nin insansız hava araçları (İHA-SİHA) ile elde ettiği askeri üstünlük, dağlardaki terör unsurlarına tarihi bir darbe vurduğu yadsınamaz bir gerçek. Alan hakimiyetini yitiren, hareket kabiliyeti sıfırlanan bir örgütten bahsediyoruz. Fakat terör, yalnızca dağda mevzilenen silahlı bir gruptan ibaret değildir. Tehdit, en tehlikeli haliyle, şekil değiştirerek varlığını sürdürenidir. Bugün dağlardaki o uğultulu sessizlik, güney sınırımızda çok daha kaygı verici bir sessizlikle yer değiştiriyor. Suriye’nin kuzeyinde, uluslararası aktörlerin himayesinde adım adım inşa edilen bir “yapı”, sessizce kök salıyor. Bir zamanlar dağlarda izini sürdüğümüz terörist örgüt, şimdi sınırın hemen ötesinde bir “devlet prototipine” dönüşüyor. Dolayısıyla asıl mesele, terörü “bitirmek” değil, dönüşen ve evrilen tehlikeyi doğru okuyabilmektir.
Kısa Vadeli Alkışlar, Uzun Vadeli Riskler
Hükümetin bu “başarı hikayesi,” iç siyasette alkış toplayan, kısa vadeli bir kazanım olarak görülebilir. Ancak bu durum, uzun vadede Türkiye’nin beka sorununu çok daha karmaşık ve kalıcı bir zemine taşıma riski barındırıyor. Neden mi? Çünkü dağda bitirilen terör, sınırın ötesinde siyasi ve diplomatik meşruiyet arayışına girdi. Küresel güçler, bu dönüşümü sadece izlemekle kalmıyor, aynı zamanda teşvik ediyor. Türkiye ise farkında olmadan, uyguladığı askeri baskıyla örgütü bu dönüşüme iten ve onu “siyasi bir aktör” olmaya zorlayan bir konuma düşüyor. Kısacası, karşımızdaki tehdit artık dağdan dağa kaçan birkaç militan grubu değil; diplomatik masalarda yer arayan, düzenli ordu gibi örgütlenen ve uluslararası koruma kalkanı edinen siyasi bir varlık olma yolunda ilerliyor.
Gerçek Zafer Sadece Silahla Kazanılmaz
Bir millet için zafer, yalnızca silahların susmasıyla ölçülemez. Gerçek zafer, tehditlerin bir sonraki hamlesini öngören ve onu boşa çıkaran stratejik akıldır. Devlet aklı, “bugünü kurtaralım” rahatlığıyla değil, “yarını güvence altına alalım” vizyonuyla hareket etmek zorundadır. Bu yüzden, her bir vatandaş olarak sormamız gereken kritik soru şudur: “Dağlardaki terörün bitirilmesi mi daha önemli, yoksa yanı başımızda kalıcı bir düşman devletçiğinin kurulmasına seyirci kalmak mı?” Bugün “terör bitti” manşetleriyle avunurken, yarın “sınırımızda yeni bir devlet kuruldu” gerçeğiyle uyanmak istemiyorsak, zaferin sarhoşluğundan ayılıp stratejik gerçeklere odaklanmalıyız.
Son Söz
Devletler, bazen en büyük zaferleri kazandıklarını sandıkları anda kaybetmeye başlarlar. Zaferin gerçek ölçüsü, sağlanan sessizlik değil, o sessizliğin neye evrildiğidir.
Biz, dağlarda susturduklarımızın, sınırın ötesinde nasıl daha güçlü bir sesle konuştuğunu ve kimler tarafından konuşturulduğunu görmek zorundayız. Unutmayalım ki gerçek beka mücadelesi, sadece sınırın ötesinde değil, asıl aklın ve stratejinin içinde kazanılır.