DEĞİŞİMİN GÖRÜNMEZ DİRENCİ

Her yılın son günlerinde planlar yaparız: "Bu yıl düzenli spor yapacağım", "kötü alışkanlıklarımı bırakıyorum", "Kitap okumaya başlayacağım"… Ocak ayının ilk haftasında hazırlıklar yapılır; ajandalar alınır, spor ayakkabıları kutusundan çıkarılır, kitaplar sipariş verilip bir bir başucuna dizilir. Yeni bir sayfa açıldığına inanırız. Takvim değişmiştir ya, hayat da değişecek sanırız.

Sonra şubat gelir.

Ve hayat, hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam eder.

Spor çantası bir köşede giyinmeyi bekleyen ayakkabı ve eşofman takımı ile bekler, sigara dumanı yeniden odaya siner, raflar okunmayı bekleyen kitaplarla dolar taşar. Yeni yıl için alınan bu kararların yüzde sekseni yılın ilk ayı bitmeden puff olup uçar.

Siz de bu hususlardan dolayı muzdarip iseniz , size bir tavsiye ile burdayım.Kelly McGonigal’ın İrade Rezervi (The Willpower Instinct) kitabının ana mesajı da bu minvalde. Şiddetle okumanızı tavsiye ederim.

Kitapta genel olarak irade rezervinin öneminden bahseder. Hülasa der ki;

Çoğumuz iradeyi sabit bir karakter özelliği sanırız. Kiminde vardır, kiminde yoktur. Olan başarır, olmayan yarı yolda bırakır…Oysa İrade Rezervi bize başka bir gerçeği fısıldar:

İrade bir erdem değil, yönetilmesi gereken sınırlı bir kaynaktır.

Bir güne kaç karar sığdırıyoruz farkında mıyız? Ne giyeceğimizden, ne yiyeceğimize; kime cevap verip kime susacağımıza kadar yüzlerce küçük seçim yapıyoruz. Her karar, irade rezervinden küçük bir pay alır. Gün ilerledikçe bu rezerv azalır.

Bu yüzden sabah verilen sözler, akşam saatlerinde anlamını yitirir.

Bu yüzden “yarın başlarım” cümlesi, çoğu zaman bir savunma mekanizmasına dönüşür.

Kitabın en çarpıcı iddiası şudur:

İrade zayıflığı diye bir şey yoktur; irade yorgunluğu vardır.

Zihin yorgunken kendini denetlemek ister ama beceremez. Beyin, hızlı hazlara yönelir; çünkü kısa vadede daha az enerji ister. Uzun vadeli hedefler ise dikkat, sabır ve bilinçli kontrol talep eder. Yorgun bir zihin için bu pahalıdır.

Şimdi gelelim bu konuda bizim yorumumuza;

Takvimde bir sayı değiştiğinde, insan içten içe başka bir hayatın başlayacağına inanmak ister. Yeni bir yıl, sanki eski alışkanlıkların otomatik olarak geride kalacağı bir eşik gibidir. “Bu kez farklı olacak” duygusu, ilk günlerde güçlüdür. Zihin motive, niyet sağlamdır.

Fakat zaman ilerledikçe bu hevesin sönümlendiği görülür. Başlangıçtaki kararlılık, birkaç hafta içinde yerini eski alışkanlıklara bırakır. Yapılmayanlar artar, ertelenenler çoğalır. Bir noktadan sonra kişi, kendisini suçlamaya başlar: “Demek ki bende bir eksiklik var.”

Oysa mesele çoğu zaman kişisel bir yetersizlik değildir.

İnsan zihni, yeniliğe değil alışkanlığa yatırım yapar. Çünkü beyin, varlığını sürdürebilmek için enerjiyi ekonomik kullanmak zorundadır. Bu yüzden sık tekrarlanan davranışlar zamanla düşünce dışına itilir; bilinçli kararlar olmaktan çıkar, refleks hâline gelir.

Bu otomatik düzen bozulduğunda beyin rahatsız olur. Yeni bir davranış, daha fazla dikkat, daha fazla kontrol ve daha fazla enerji ister. Zihin, bu ekstra maliyeti tehlike gibi algılar ve kişiyi tanıdık olana geri çağırır. Eski düzen kusurlu da olsa güvenlidir.

İşte bu nedenle değişim, sanıldığı kadar romantik bir süreç değildir. Beyin için değişmek, ilerlemekten çok risk almak anlamına gelir.

İnsan genellikle sonucu hedefler; kalıcı olanın süreç olduğunu fark etmez. Büyük kararlar alınır ama bu kararların günlük hayata nasıl yerleşeceği düşünülmez. Bir alışkanlığın, ancak tekrar edile edile “normal” hâline geldiği gerçeği göz ardı edilir.

Belki de sorun şudur:

Biz iradeye fazla anlam yüklüyoruz,ama sistem kurmayı ihmal ediyoruz.

Oysa kalıcı dönüşüm, ani bir kopuşla değil; küçük, sessiz ve sürdürülebilir adımlarla gerçekleşir. Zihin, baskıyla değil, tekrarın güveniyle ikna olur.

Takvim ilerler, yıllar değişir.

Ama beyin, ancak kendisine tanınan sabır kadar değişir.