Kıymetli TURAN Gazetesi okurları, Elazığ’da şehir planlaması öyle bir noktaya geldi ki, artık kentin büyümesini değil; kentlinin sabrının sınırlarını ölçüyor. Bir kenti ileriye taşımak yerine, adeta bir labirent tasarım yarışmasının gönüllü denekleri gibiyiz. Kendimizi yıllardır bitmeyen bir “deneme–yanılma imar politikası” içinde bulduk; ne yazık ki denklemdeki tek “yanılma” unsuru hep vatandaş oluyor.
Şehirde yollar kimi zaman bir satranç hamlesi, kimi zaman bir bulmaca kutusu mantığıyla açılıyor. Bir gün açılan yol ertesi hafta kapanıyor; bir kavşak tam alıştı derken yeniden çiziliyor. Anlaşılan o ki, kentteki imar çalışmaları bir şehir planlama ofisinde değil, daha çok tombala salonunda belirleniyor: “Geldi 23! Yolu daraltın. Geldi 17! Buraya bina dikiyoruz.”
Deprem bölgesinde olduğumuz gerçeği, imar uygulamalarının tam merkezinde olmalıydı. Ancak Elazığ’da uygulamalar tam tersine işliyor: Riskli bölgelerde yapılaşma sanki mimar değil müteahhit falı ile belirleniyor. Bilimsel raporlar mı? Onlar dosyanın dibinde, kahve lekesi olmuş sayfalar olarak yaşıyor. Önemli olan, “buraya da bir şeyler kondururuz” rahatlığı.
Yeşil alanların akıbetine gelirsek… Elazığ’daki yeşil alanlar artık birer şehir efsanesi gibi anlatılıyor. “Eskiden burada park vardı” cümlesi, neredeyse kentin gayriresmî atasözü hâline geldi. Parklar kayboluyor, yollar daralıyor, binalar yükseliyor ama nedense şehir bir türlü modernleşmiyor; sadece sıkışıyor, boğuluyor, yoruluyor.
Bütün bu plansızlığın ortasında vatandaşın önünde iki seçenek var:
Ya bu garipliğe alışacak, ya da sabah evden çıkarken yanında pusula taşımaya başlayacak.
Sonuç olarak Elazığ’ın imar çalışmaları bize şunu öğretiyor: Bir şehri inşa etmek için plan, akıl, bilim, vizyon gerekebilir… ama görünüşe bakılırsa bizde sadece inat yeterli görülmüş. Ve bu inatla şehir değil, ancak şehir maketi yapılır; o da kutudan çıkan oyuncakların yanına konmak şartıyla.
Elazığ’da şehir planlamasının ne kadar “yaratıcı” olduğunu anlatmak isteyenlere artık tek bir fotoğraf göstermek yetiyor: Yıllardır var olan geniş kaldırımların, bir müteahhidin lehine tam 5 metre içeri itilmesi. Evet, yanlış okumadınız; şehirde genişleyen tek şey yapılaşma iştahı, daralan ise kaldırımlar… ve tabii ki kamu vicdanı.
Bu manzara, şehrin merkezinde rastgele çekilmiş bir kare değil; etik değerlerin, kamu yararının ve planlama disiplininin nasıl kenara itildiğinin belgesi. Kimi kentlerde “yaya dostu şehir” konuşulurken, Elazığ’da sanki “yaya düşmanı kaldırımlar” için özel bir çaba var. Üstüne üstlük bu uygulama öyle sessiz sedasız yapılmış ki, şehir adeta vatandaşın değil, kepçenin konforuna göre düzenleniyor.
Kaldırım daraltılarak kazanılan bu 5 metrenin hikâyesi aslında çok tanıdık:
Bir taraf “yapıyoruz, daha güzel olacak” diyor,
Diğer taraf ise sıkışmış trafik, daralan yaya alanı ve beton yığını arasında nefes almaya çalışıyor.
Oysa şehir planlaması, bir müteahhidin çizim masasındaki hesaplardan ibaret değildir; kamusal alanların korunması, yaya güvenliği, erişilebilirlik ve kentsel estetik gibi temel ilkeleri vardır. Ancak gelin görün ki bu fotoğraf (Kültür Mah. Yümnü Paşa Sok.), Elazığ’da bu ilkelerin değil, tırmık hesabının işlediğini gösteriyor.
Kaldırımın daraldığı yerde bina genişliyor, bina genişledikçe sokak daralıyor, sokak daraldıkça şehir nefes alamıyor. Böylece Elazığ’da imar, kağıt üzerinde büyürken yaşam kalitesi kağıt gibi inceliyor.
Sonuç net:
Bu kentte kaldırımlar değil, vatandaş daraltılıyor.
Ve bu görüntü, sadece bir inşaat değil; yıllardır süren plansızlığın, etik kaybının ve vizyonsuzluğun sembolü olarak şehrin hafızasına kazınıyor.
Sonuç olarak; bu şehrin kaldırımlarını, sokaklarını ve en önemlisi halkın hakkını müteahhit hesaplarına kurban eden bu zihniyeti, Elazığ Belediyesi’ni ve buna sessiz kalarak ortak olan Belediye Meclis üyelerini, kamu yararını hiçe sayan bu utanç verici uygulama nedeniyle en ağır şekilde kınıyorum.
Esen kalınız…