İNANDIĞI GİBİ YAŞAMAK

   İnsanlığın var oluşundan bu güne kadar, iz bırakmış bilgelerin, din önderlerinin ve filozofların yücelttiği, huzur ve mutluluk kaynağı olarak gösterdikleri değerler vardır. Bu değerlerin hedefi, insanları; doğrunun, iyinin, güzelin, hakkın ve haklının, hâkim olacağı bir dünya ideali doğrultusunda yetiştirmek ve terbiye etmek olmuştur.

   Zaman zaman etkileme güçlerini kullanarak, etrafındakileri; sapkın, temelsiz düşüncelerinin tutsağı hâline getirerek, dünyayı yaşanmaz bir zindana çeviren zalimler de çıkmıştır. Bunlar da inandıklarının gereğini yerine getirmişlerdir.

   Burada asıl üzerinde durulması gereken konu, kişinin neye inandığı veya inanması gerektiğidir. İnandıkları, insanlık adına “genel kabul görür “ esaslar mıdır? “İnandığı gibi yaşamak”tan maksat, “inandıklarını şuur hâline getirmek, özümsemek” ise, İslam’ın Yüce Peygamberi’nin “Size yapılmasını istemediğinizi, siz de başkasına yapmayınız.” hadis-i şerifleri bize en büyük yol gösterici olacaktır.

   İnandığı gibi yaşamanın yüklediği sorumluluklardan biri ve en önemlisi, yine Peygamber Efendimiz’in  “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” hadisiyle yüklediği görevdir.

   Mevlâna’nın: “Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün.” sözü, elbette bir nefis terbiyesini tavsiye etmesi bakımından kıymetlidir. Ancak bunu, insan hayatının merkezi haline getirerek, çok küçük yaşlardan başlayarak sürdürülmesi gereken ciddi bir eğitim ile kazandırmak mümkündür.

   Sadece nasihatlerle, kâğıt üzerinde yazılı hukuk kuralları ile hiçbir ahlâkî değere sahip olmadan huzurlu bir toplum, hayal etmek bile mümkün olmuyor.

   Toplumsal yapının düzenli ve sağlıklı bir şekilde oluşturulması ve devam ettirilmesi için “Değerler Eğitimi” oldukça önem taşıyor.

   Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) tarafından da 50. yılı kutlamaları çerçevesinde 1995 yılında, ” Çocukların ve gençlerin pozitif değerleri keşfedip geliştirmeleri ve kendi potansiyellerine göre ilerlemeleri için “Değerler Eğitimi”nin şart olduğu açıklanmış, ülkemizde de 2010 yılından beri, bu doğrultuda projelere ağırlık verilmeye başlanmıştır.

   Birleşmiş Milletler Bilim ve Kültür Teşkilatı’nın tespit ettiği ve çalışmanın eğitim merkezine aldığı 12 temel evrensel değere baktığımızda, bugün toplumda zayıflamış olsa da, eksiksiz tamamının bizim millî ve dinî kültürümüzün de vazgeçilmez değerleri olduğunu görürüz : ” Sevgi, saygı, sorumluluk, hoşgörü, özgürlük, barış, mutluluk, dürüstlük, işbirliği, alçak gönüllülük, sadelik, birlik”

   Bu değerlerin sadece ülkemizde değil, dünyada yaşanmasında eksikliler görüyorsak, yokluğunun sıkıntılarını çekiyorsak, bu eğitimlerin verilmesindeki eksiklik ve yanlışlıklardan kaynaklandığı da bilmek zorundayız.

   Sadece telkin, tavsiye ve nasihatlerle bu değerleri kazandıramadığımız ve yaşanacak hâle getiremediğimiz bir gerçektir.

   Dinimiz de, kâmil manada bir imanı, ”Dil ile ikrar, kalp ile tasdik” şeklinde tarif ederken, inanılan değerlerin, ancak yaşanması hâlinde imanî bir kıymet ifade edeceğini bildirmiyor mu?

   Aynı tarih dönemleri içerisinde, değişik toplumlar arasında; birlik, dayanışma, huzur, refah, ekonomik hayat standartları bakımından büyük farklılıklar görülmesinin temelinde de “İnandığı gibi yaşama şuurunun ve değerlerinin” verilememesinin yatmakta olduğu sosyolojik bir gerçeklik değil mi?

   Son zamanlarda ülkemizde yaşanan sıkıntıların asıl sebebi de maalesef; millî, dinî ve insanî   değerlerin içinin boşaltılmasıdır. Diller başka söylüyor, hayatlar başka yaşanıyor. Söz değerini ve inandırıcılığını kaybetmiş.

   İnandığı gibi yaşayan insanı bulmak zor olsa da, biz onu söylemeye ve yazmaya devam edeceğiz.