Değerli okurlar malumunuz olduğu üzere son günlerin furyası Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e ağır hakaretler edip, eleştiri yağmuruna tutmaktır. Anlamakta ve algılamakta zorlandığım bir durum bu! Zira yok olmaya yüz tutmuş bir İmparatorluktan ulusal bir devlet çıkarmak uğruna elde avuçta olmayan imkânlarla Kurtuluş Mücadelesine liderlik etmiş ve akabinde toplumu kalkındırmak adına inkılaplara hız vermiş bir liderin, kendi vatandaşları tarafından bu denli düşmanca söylemlerle yâd edilme gayretinin dünyada örneğini bulmak oldukça güçtür. Kaldı ki emperyalizme karşı yürüttüğü mücadele ile sömürülen dünya milletlerine ilham kaynağı olmuş ve ilham kaynağı olmakla da yetinmemiş, dost-düşman bütün dünya milletlerinin takdirini kazanmıştır. Ancak toplumsal bağlılığı ve kalkınmayı gerçekleştirmek adına ortaya attığı fikirler, vefatıyla beraber yavaş yavaş ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Vefatı sonrasında yaşanan hadiselere bakıldığındaysa arzu ettiği muhasır medeniyet düzeyinden oldukça uzak gelişmeler söz konusu olmuştur. İnönü’yle başlayan Atatürk fikirlerinden uzaklaşma süreci, 1946 yılı sonrası çok partili hayata geçişle beraber ivme kazanmaya başlamıştır.
Esasen ülkemizde siyasi seyir içerisinde özellikle kendini İslamcı diye tanımlayan iktidarlar da Atatürk’e, Kemalizm adı altında ağır eleştiriler yapmaktan geri durmamışlardır. Bu spekülasyonlar bazen Atatürk’ün özel hayatı bile kapsar duruma gelmiştir. Bu durumun kaynağında muhafazakâr seçmenden oy alabilme kaygısı yatmaktadır. Ancak bu iktidarların siyasi ve içtimai faaliyetleri dikkatli bir şekilde irdelendiğinde görülecek tek gerçek; dini kaygılardan ziyade menfi kaygıların ön plana çıktığıdır. Bu sebeple Türkiye’de siyasi partiler açısından Atatürk’le kurulan ilişki daima travmatik bir şekil almıştır. Çünkü her parti kendi düşüncesine yakın Atatürk imajını sahiplenmiştir. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaysa İslamiyet’i kendi menfi çıkarları uğruna kullananların kamusal alandan kademeli bir şekilde uzaklaştırılması ve laikliğin bir devlet politikası olarak benimsenmesinden dolayı Türkiye’de kendini dindar olarak tanımlayan kesim çeşitli baskılara maruz kaldığını ifade etmektedir. Dolayısıyla engellemeler, sınırlamalar ve bunun verdiği travmayla beraber bir hesaplaşma hırsı zihinlerde tezahür etmiştir. Ancak hesaplaşmanın sadece siyasi hadiselere tepki olarak şekillenmediği görülmektedir. Bu duruma ilaveten 1951 yılında yani Demokrat Parti döneminde artan ağır eleştirilere karşı Atatürk’ü Koruma Kanunu çıkartılmış olsa da kanunun uygulama safhası bakıldığında etkinliğinin olmadığı görülür.
Özetle, Velhasıl kelam iç isyanları bastırdığı için Gazi’ye hakaret etmeyi hak görüyorsanız damarlarınızda dolaşan kan şahsımı şüpheye sevk eder. Buna mukabil tarihi gelişmeleri iyi araştırmanızı da ilaveten tavsiye ederim. Şayet din karşıtı ya da din düşmanı olarak gördüğünüz için olumsuz cümleler kuruyorsanız; İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli kurumu, yani Diyanet İşleri Başkanlığını kimin kurduğunu araştırmanızı öneririm. Yok, efendim karma bir anayasa yapmış düşüncesindeyseniz; anayasayı oluşturan maddeleri dikkatli okumanızda fayda vardır. Zira okudukça, İslam hukukuna dair maddelerin ilave edildiğini kendiniz gözlemleyeceksiniz. Ebetteki bu maddeler günün koşullarına göre güncellenmelidir. O ayrı bir mesele. Şimdi bazıları ‘’O mu kazandı bu savaşları’’ diyecek ama baş olmadan gövdenin ne anlamı var? diyerek, başlayayım. Şayet yedi devlete karşı kazandığı savaşlardan dolayı ona düşmanlık ediyorsanız. Kusura bakmayın kuyruk acınız vardır.
Sağlık ve esenlikle kalınız.