MABETLERİ KİRLETMEK

Siyaset toplumu yönetmek, adaleti sağlamak, vatandaşın güvenliğini temin etmek için yapılır. Siyasetçi de bunu gerçekleştirmeye çalışan insandır.

Ne yazık ki bizde böyle olmuyor.

Siyasetçinin çıkarı söz konusu olunca ne adalet kalıyor ne de vatandaşın güvenliği.

Son yıllarda hemen her kurumda meydana gelen itibar kaybının arkasında işte bu çıkar siyaseti vardır. Uluslararası endekslerde yargıya, hükümete, diyanete güven yerlerde sürünüyor.

Bu yazıyı Cuma namazının hemen çıkışında yazıyorum. Yolda bir Avukat arkadaşla karşılaştım.“Bir daha Cuma namazına gitmeyeceğim” dedi. Niye diye sormaya gerek kalmadan devam etti: ‘’Cumhurbaşkanı önceki gün bazıları şükretmiyor dedi, bu hafta Cuma hutbesinde hemen şükrü anlattılar. Biz ibadete gidiyoruz, camide Allah’ın dini yerine bir siyasetçinin çıkarına olan şeyler anlatılıyor. Mabetlerimizi parti şubesine çevirdiler, huzur bulmak için gittiğimiz yerden huzurumuz bozulmuş olarak çıkıyoruz.’’

Bu şikâyetlerin münferit olduğunu sanmıyorum, camilerimiz, cemaatlerimiz giderek seyrekleşiyor. Belli ki birçok kişi, siyasete endeksli bu vaaz ve hutbelerden rahatsız…

Hâlbuki din adamının görevi zorlaştırmak değil kolaylaştırmak, nefret ettirmek değil, sevdirmektir. Son yılların dini söyleminde siz hırsızlıktan, rüşvetten, yolsuzluktan, kamu malına ihanetten bahsedildiğini hiç duydunuz mu?

Hafta içinde CB konuşuyor, hafta sonunda Diyanet onu dinî hutbeye çeviriyor. Peki, bunun faturası kime çıkıyor? Elbette Din’e.

Diyanet açıkça krize, enflasyona, yolsuzluğa, israfa sesinizi çıkarmayın, şükredin diyor. Bunun şükrü olur mu? Vatandaşın şikâyeti rızık azlığından değil, rızkının azalmasına neden olan yanlışlardan.

Böyle olunca da insanlar, din-iman diyenlere hemen hırsız, rüşvetçi partizan gözüyle bakıyorlar. Bu tür söylemleri samimi bulmuyorlar.

Bu ülkede halkın yüzde 90’ı kendini Müslüman olarak tanımlar. Ama şu veya bu partiye mensubiyetle kendini tanımlayanlar bu rakamın çok altındadır. Siyasetin hizmetine giren dini bir söylem, o siyasete sempati duymayanları uzaklaştırır. Camiden cemaatten soğutur. İslam cihanşümul bir dindir, bir partiye, bir kabileye bir millete değil, tüm insanlığa gelmiştir. Şimdi tutup onu bir parti dini haline getirmek reva mıdır? Üstelik bu ülkede en çok yolsuzluğu, ahlaksızlığı, dini kalkan olarak kullananlar yapıyor.

Son yıllarda bütün kurumların ayarları bozuldu. İnsanlar neye inanacaklarına karar veremez hâle geldiler. Güvenmek için kim nereye elini atıyorsa elinde kalıyor. Bir ülkede bazı şeyler bozulur bazı şeyler bozulmazsa, o bozulmayan bazı şeylerle bozulmuş olanları da düzeltirsiniz. Mehmet Akif bir şiirinde, “Bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir” demişti. Gerçekten de öyledir, siz doğru durduğunuz zaman çevrenizdekiler de size bakarak doğru durmak, zaaflarını gizlemek zorunda kalıyorlar. Doğrultan bir imana sahip değiliz ne yazık ki!

Montesqıeu’nun çok güzel bir sözü var, özellikle siyaset yapanların, toplumun önünde olanların kulağına küpe olması lazım. Der ki, ‘’Bir siyasetçinin politik yanlışlarından çok kötü örnek olması topluma zarar verir.’’ İyi örnekler toplumu iyileştirir, yaralarını sağaltır, kötüler kötüleştirir. Toplumu kaosa sürükler. Balık baştan kokar, sözü bunun için söylenmiştir.

Camilerimizi, mabetlerimizi, yüce dinimizi muhterislerin küçük hesaplarından korumak zorundayız. Her partilisi, mezheplisi, meşreplisi ile Müslümanız. Dinimizi parçalamak, insanları partisi yüzünden dinden tardetmek bu dine kötülüktür. Diyanet yanlış yapıyor. İslam mihveri altında olanları çoğaltacağına azaltıyor. Birer vecd alanı olması gereken camileri, ucuz polemiklerin yarış alanı hâline getiriyor. Gelin yüce dinimizin böyle istismar edilmesine izin vermeyelim. Din adamı bir partiye veya bir faniye çalışmaz, dine çalışır. Ahlâklı bir toplum için öncü olur. Bunu yapan din adamlarına ne mutlu! Camilerimizde, minberlerimizde böylelerini görmek istiyoruz.