RAHATSIZLIK VEREN SOHBETLER-II

    Tekrar merhaba; niye bu sohbetlerimizin başlığını ‘’ Rahatsızlık veren sohbetler ‘’ diye adlandırdık? Öncelikle buna açıklama yapmak istiyorum. Yüce Yaratan tarafından gönderilen ve özünde sadece insanların barış ve huzur içerisinde yaşaması ve Allah’a şükretmek ve O’na olan borcumuzu ibadet ederek göstermekten ibaret olan arı-duru din, yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan başka bir meziyeti olmayanlar tarafından tahrip edilerek insanlara eziyet haline getirilmek istenmektedir. Sorgulayan bireylerin bu duruma karşı çıkmaları ise bu bozguncuların işine gelmediği için bu karşı çıkışlar bir nevi din düşmanlığına evrilmekte ve doğruyu söylemekten çekinen suskunluk bizi kuşatmaktadır. 
    Kendimi bu konularda otorite olarak görmemekle birlikte; yıllardır bu konu hakkındaki bütün otoriteleri can kulağı ile dinlemekte ve yazılmış eserleri dikkatlice okumakta ve analiz etmekteyim. Alimlerin ortak görüşü şudur; Kur’an’i din tesis edilmedikçe insanlık rahat ve huzura kavuşamayacaktır.
    Tarih boyunca her zaman din, dine karşı savaşmıştır ve hiçbir zaman bugün anladığımız şekliyle din, dinsizlikle savaşmamıştır. Ki bütün bu dönemlerde din, dine karşı ayaklanmış ve istisnasız her zaman dine karşı direnen hep din olmuştur. Tarih dinin etkin ve müdahil olmadığı bir topluma ya da döneme tanıklık etmemiştir. Yani tarihte dinsiz bir toplum vaki olmamıştır. Hiçbir nesilde, tarihi değişim sürecinin hiçbir döneminde ve yeryüzünün hiçbir noktasında dinsiz insan olmamıştır.
    Son dönemlerde, yani medeniyetin, düşüncenin, aklın ve felsefenin revaçta olduğu son asırlarda ahireti veya Allah’ı inkar eden bazı kimselere rastlamaktayız. Ancak bu şahıslar tarih boyunca hiçbir zaman bir sınıf, bir grup, bir topluluk oluşturamamıştır. Tarih her zaman öyle toplumlara sahipti ki bu toplumlar genel olarak dini bir kurum niteliğindeydi. Sözün özü; Allah tarafından gönderilen din ve bu gönderilen dini kabul etmeyip atalarının dini yani şirk dini arasında sürekli bir savaş yaşanmış ve maalesef gerçek din bu savaşı çoğu zaman kaybetmiştir.
    Şirk dininin her zamanki çabası şu olmuştur; tabiat ötesi inancı, ilah veya ilahlara olan inancı, ahiret inancını ve mukaddesata olan inancı kullanarak, gaybi güçlere olan imanı tahrif ederek, kısacası bütün dini ve itikadi esasları kitabına uydurarak ve tahrif ederek mevcut durumu meşru göstermek ve temize çıkarmak. Yani dini kullanarak halka; ‘’ Sizin toplumunuzun içinde bulunduğu durum, olması gereken bir durumdur.’’ İnancını kabul ettirmek… Zira sizin bu durumunuz, Allah’ın iradesinin bir tecellisidir, takdiri ilahi böyleymiş, sizin ve toplumunuzun alın yazısı böyle çizilmiş. 
    Bugün bizim anladığımız manada ‘’ kaza ve kader.‘’ Muaviye’nin maharetinin ürünüdür. Kader ve cebr (Kulların bütün fiillerini ilahi irade ve kudretin zorlayıcı tesiriyle yaptıklarını ifade eden kavram) inancını Emevîler’in icat ettiğine tarih şahitlik eder. Müslümanların cebre inanmakla her türlü sorumluluktan kurtulacaklarını, çaba gösterme ve eleştirme gibi bir mesuliyetlerinin kalmayacağını, evet, bütün bunları Emevîler’in ihdas ettiğini tarih bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Cebr, yani ne olursa olsun var olanı ve olacak olanı kabul etmek. Oysa Peygamber’in ashabına baktığımızda, yaşadıkları her an için sosyal sorumluluk bilinciyle hareket ettiklerini görürüz.
    İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, bugün insani sorumluluğun, Avrupalı aydının ve sanatkarın sorumluluk diye söz konusu ettiği şeydir. Bugünün felsefesinde, sanatında ve edebiyatında söz konusu olan, gündemden düşürülmeyen bu sorumluluk nedir acaba? Bu iyiliği emretmenin, kötülükten sakındırmanın ta kendisidir. Biz onu öyle bir hale soktuk, o kadar doğru bir biçimde marufu emredip münkerden sakındırdık ki ortada sadece münker kaldı!.
    Şirk dini tarihte varlığını iki biçimde sürdürmüştür. Mevcut durumu, yani statükoyu tevil etmek, temize çıkarmak şirk dininin temel misyonu ve hedefidir. Ne demek mevcut durumu tevil etmek? İnsan neslinin tarih boyunca çeşitli sınıflara ayrıldığını görüyoruz. Soylu soysuz, efendi köle, hisse alan hisse veren, varlıklı yoksul, yönetici yönetilen, özgür esir gibi.  Bir tarafta üstün bir kişiliğe, mayaya, ırka ve kabileye mensup bir sınıf; beri tarafta her türlü meziyetten yoksun bir halk yığını. Bir sınıf ki her zaman için diğer sınıflardan daha üstün ve daha layıktır. Öyle aileler ki ezelden ebede kadar diğer ailelerden daha layık ve daha şereflidir. Sosyal hayatın içinde yer alan, sebebi de bir kesimi mutlu, diğer kesimi mutsuz ve mahrum etmek olan bu inançlar, kendiliğinden mevcut durumu meşrulaştırmak için vardı.
    Birkaç şehir, birkaç kıta ve birkaç kişi adına birkaç ilah üretilecek ki; toplumda ve yeryüzünde birkaç grup, birkaç sınıf, birkaç renk, birkaç boy ve birkaç soy meydana gelsin ve devamlılığını sürdürsün.
    Bir kesim, bir başka kesimi zorla bazı haklardan mahrum edip onlara karşı hukuki, ekonomik ve bazı sosyal üstünlükler elde edebilir. Ancak bu imtiyazı korumak ve devamını sağlamak zordur. Tarihte gücü elinde bulunduran zorbalar ve zalimler her zaman bu kaynakları (hukuki, ekonomik ve sosyal kaynaklar) tekeline almış ve çoğunluğu bundan mahrum bırakmıştır. Ama bu durum zamanla öyle bir hal alır k; mevcut sistem zorla ve maddi kuvvetle muhafaza edilemez hale gelir. İşte tam bu sırada şirk dini, mevcut durumu koruma görevini üstlenir. Bu dinin vazifesi halkı, başımıza ne geldiyse bunun Allah’tan olduğuna, Allah’ın böyle istediğine inandırmak ve buna teslim olunması gerektiğine ikna etmektir.  
    Şirk dininin kurucu ve koruyucu olanları, herhangi bir olumsuzluk anında ve toplumların zulme isyan etme noktasına geldiği anlarda ortaya çıkarlar ve mevcut durumu daha kalıcı kılmak için sorumluluğu üstlenir, bu sistemi sağlamlaştırır ve daim kılarlar. Bu nedenle şirk dininin kurucu ve koruyucu takımı tarihte hep üst sınıfa mensup olmuştur. Üstelik hakim sınıftan dahi daha etkili, daha üstün ve daha zengin idiler.
    Her devrin din adamlarına bakın. Şehzadelerden ve askerlerden dahi daha çok etkiye sahiptiler. Avrupa’da keşişlere, İsrailoğullarında hahamlara ve Belam Baura’lara bakın. Afrika ve Avusturalya’da putperest kabilelerdeki büyücüler, kahinler, falcılar ve kendilerini halkın dininin varisleri ve vekilleri olarak gören kimseler; bütün bunlar ya yönetici kesimiyle el ele ve omuz omuzaydılar ya da onların dahi üstündeydiler.
    Gördüğümüz gibi bizim takipçileri olduğumuzu söylediğimiz Peygamberler, düşündüğümüz ve hayal ettiğimiz şeylerin aksine; tarih boyunca insanlık dışı bir vaziyet ve zulüm içinde kıvranan eski toplumların hayatının hem iktisadi hem ahlaki hem de düşünce açısından sömürülmesin meşru gösteren; tevhide karşı tağutu ve putperestliği kollayan ve geliştiren şirk dinine karşı duruş sergilemiş ve şirk dini ile mücadele etmişlerdir. Gelecek sohbette Buluşmak üzere Allah’a emanet olun.