SADELİK: LÜKS MÜ, ÖZGÜRLÜK MÜ?

Kasım ayı gelir gelmez her yerde aynı cümleler kulağımıza çarpar:
“Kaçırma!”, “Son fırsat!”, “Yarın yokmuş gibi harca!”
Telefonumuza bildirimler yağar, mesaj kutumuz dolup taşar…
“Sepetine ekle!”, “İndirimi kaçırma!”, “Bitmeden al!”

Ama kimse kendine sormaz: Gerçekten ihtiyacım var mı?
Yoksa şu kapitalist yeni dünya düzeninde bana bir istek, ihtiyaç diye mi pazarlanıyor?
Biz fark etmeden duygularımız indirime giriyor…
Değerlerimiz, zevklerimiz, hatta özgüvenimiz…
Bir kutunun içine sıkışmış mutluluğu bekliyoruz.
Kargoyla gelsin istiyoruz ruhumuzun huzuru.
Ucuz diye ikinci bir kahve termosu, bir fincan takımı…
“Belki lazım olur.” diye hiç ihtiyacımız olmayan bir ayakkabı…
Ağzına kadar dolu, kapakları kapanmayan dolaba bir elbise, bir elbise daha…

Sonra ay sonunda bakarız:
Huzur hâlâ sepete eklenmemiş.
Gerçek olan şu: “Dolap taşar, ev dağılır ama içimiz boş kalır.”
Oysa sade olan güzeldir.
Bazen yeni bir şey almak değil, fazlalıklardan kurtulmaktır asıl zenginlik.

Alışveriş çılgınlığı bize şunu fısıldar:
“Sen eksiksin… Bir şey almalısın!”
Gerçek ise tam tersi: Biz doğuştan tamız.
Eksik olan; nefesimizdeki şükür, kalbimizdeki huzur, zihnimizdeki sükûnettir.

Kasım indirimleri geçecek, etiketler değişecek.
Ama sadelikle gelen iç huzur sonsuza kadar bizimle kalacak.

Sadelik nedir?

Akşam eve geldiğinde koltuğu örten kıyafet yığınları değil, seni karşılayan tertemiz bir zihin…
Bir gün boyunca hiçbir şey satın almayıp kendine aldığın zamanla dolmak…

Diderot Etkisi’ni duymuşsunuzdur muhakkak.
Ama ben tam yeri gelmişken tekrar hatırlatmak isterim.
Diderot, yazdığı eserine “Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık” adını verir.
Bu çalışmanın belki de en çarpıcı noktası, tarihe geçen şu cümledir:

“Eski sabahlığımın efendisi iken, yenisinin kölesi oldum.”

Bu esere konu olan olay şöyle gelişir:
Diderot, henüz yeni aldığı kadife kırmızı sabahlıkla her istediğini daha iştiyakla yapacağını düşünür.
Sabahlığını giyer, yıllardır eserlerini yazdığı çalışma masasına geçer.
Ama o an hissettiği iştahın yerini kısa sürede bir hayal kırıklığı alır.
Yılların izlerini taşıyan çalışma masası gözüne eskisinden daha kötü görünür.
Kırmızı kadife sabahlığıyla bu eski masada çalışmak artık ona yakışmaz.
Diderot o gün bir türlü yazamaz.
Aklındaki tek şey, sabahlığıyla masasının uyumsuzluğudur.
Yeni bir ceviz kaplama masa alır.
Artık şaheserlerini yazacağı muhteşem bir masası vardır.
Ama bu kez gözü yere serili halıya takılır.
O halının hali nedir öyle! Uyumsuz, eski, lekeli…
“Kırmızı sabahlığı giyen bir filozof bu şartlarda çalışabilir mi hiç?” der kendi kendine.
Sonra koltuklar, perdeler, kapılar, sandalyeler, aynalar, şamdanlar, heykeller…
Derken filozof, eski eşyalarını değiştirdikçe diğerlerinin de uyumsuzlaştığını fark eder.
Ve bu değişim sürer gider.
Kısa sürede evin tüm dekorasyonu kadife sabahlığın şıklığına uygun şekilde yenilenir.
Ancak Diderot, kendini büyük bir borç batağının içinde bulur.
İşte Denis Diderot, “Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık” adlı eserinde bu yaşadıklarını anlatır
ve şu cümlesiyle tüketim çılgınlığını daha o yıllarda ifade eder:

“Eski sabahlığımın efendisi iken, yenisinin kölesi oldum.”

Bu gerçeklikten yola çıkarak diyebiliriz ki Diderot Etkisi iki ana fikir üzerine oturur:

1. Birey, kendi kimliğiyle örtüşen ürünler almaya eğilimlidir.

2. Bireyin satın aldığı her yeni ürün, önceden sahip olduğu ürünlerle uyumunu etkiler.

Bu düşünceler bir süre sonra kısır döngü oluşturur
ve birey kendisini sonu gelmeyen bir alışveriş girdabının içinde bulur.
Yani yeni bir ürün almak, başka bir ürünün alınmasını her zaman tetikler.

Hepimiz bu tüketim sarmalından, zaafımızın olduğu alanlarda zaman zaman nasibimizi alıyoruz.
Bir kıyafet alırız, sonra ona uygun ayakkabı ve çanta gerekir.
Pilates üyeliği alırız, kısa süre sonra çoraplar, toplar, lastikler, dizlikler, bilek bantları listeye eklenir.
Yeni bir koltuk alırız, aniden tüm oturma odasının sırf uyumlu olsun diye değiştiğini fark ederiz.
Sandalyeler? Sehpa? Halı?
Hepsi gitmiş, yenileri gelmiştir.

O hâlde bu yıl “Çılgın, İnanılmaz (güya)” Kasım indirimlerine inat şöyle diyelim mi hep birlikte?
“Ben ihtiyacım olmayanı almıyorum; ihtiyacım olanı kendimde buluyorum.”
“Harcamadan da güzellik olur.”
“İndirime değil, değerlerime bakarım.”
“Mutluluğum satın alınamaz.”

Çünkü en güzel şeyler, fiyat etiketi olmayanlardır.
Daha çok şeye sahip oldukça özgürleşmiyoruz.
Tam tersi… Taşıdıklarımızın esiri oluyoruz.

Bu Kasım’da yeni bir hayat tarzı deneyelim:
Daha az eşya, daha çok ‘sen’.
Daha az tüketim, daha çok nefes.
Daha az karmaşa, daha çok huzur.

Çünkü en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, zaten paramızla alınabilen bir şey değil.

Ve yine Diderot’la bitirelim. Diderot diyor ki;
“Örneğim size bir ders versin. Yoksulluğun özgürlükleri vardır; zenginliğin engelleri.”