SOKUNUN BEREKETİ

Bereket, sadece toprağa düşen yağmurda değildi elbette. Bir çocuğun gözlerindeki neşede, bir annenin dualarında, sabahın erken saatinde ekmeğini yoğuran ellerde de saklıydı. O, emeğin ve sabrın gizli mükâfatıydı. Bir çiftçinin tarlasında, bir balıkçının ağına düşen her lokmada, bir bahçede açan tomurcuklarda... Bereket her yerdeydi; yeter ki görmek isteyen gözlerle bakılsın.

Bir insanın yüreği de bereketli bir toprak gibidir. Ne ekerse onu biçer. Sevgi, şefkat ve iyilik eken bir yürek, hayatta da aynı güzelliklerle karşılaşır. Güneş her sabah yeniden doğar, rüzgâr tarlaları okşar, kuşlar gökyüzünde şarkılar söyler. Tüm bunlar bize bir şeyi hatırlatır: Hayat, bize verilen en büyük berekettir.

Peki, bereketi anlamak için neye ihtiyaç var? Bazen bir damla yağmur, bazen bir avuç buğday, bazen de bir gülümseme yeter... Çünkü bereket, çoklukta değil, paylaştıkça çoğalan o tarifsiz duygudadır.

Yağmur dinmişti, fakat toprağın üstündeki ışıltılar kalıcıydı. Gökyüzünde beliren gökkuşağı, sanki doğanın bir teşekkür hediyesiydi. İşte, bereket tam da bu değil miydi? Küçük şeylerde saklı büyük mucizeler...

Peki soku içineki bereket?

Köyün meydanında her kesin gidip, buğdayını, arpasını tahılını övüttüğü büyük içi boş beyaz taş..

Bunda övütülen buğdayın tadı bereketi başka bir tat, başka bir anlam gerçekten

Anadolu insanının yüzyılarır kullandığı bu otantik yöntem , rızkımızın, lokmamzın , bereketimiizn temsiliyetiydi bir zamanlar.

Karşılıklı indirilen darbeler, el birliğiyle kurulan sofralar..

Sokunun bereketinde gizliydi.

Köy meydanında, yıllara meydan okuyan bir sessizlikle dururdu soku taşı. Üzerindeki çizgiler ve çatlaklar, onun bir zamanlar nasıl da hayatın tam ortasında olduğunu fısıldardı. O taş, sadece bir nesne değil, bir hikâye anlatıcısıydı; sabrın, emeğin ve geleneklerin sesi…

Sabahın ilk ışıklarıyla başlardı taşın hikâyesi. Kadınlar, ellerinde buğday çuvallarıyla gelir, taşın çevresinde toplanırlardı. Soku taşına bırakılan buğday taneleri, tokmakların ritmik darbeleriyle un hâline gelirdi. Her darbe bir ahenk, her ses bir şarkıydı. Kadınların elleri yorulsa da gözlerindeki azim hiç eksilmezdi. Çünkü o taş, sadece buğdayı değil, hayatın bereketini de öğütürdü.

Bugün köy meydanındaki soku taşı sessiz. Tokmakların sesleri yerini rüzgârın fısıltısına bırakmış. Ama ona her baktığımda, geçmişin sabır ve emek dolu günlerini hissederim. O taş, bir zamanlar hayatı un eden ellerin izlerini taşıyor hâlâ. Sanki bize sessizce şunu söylüyor: "Hayatta öğüttüğün her zorluk, sonunda sana bir güzellik sunar."

Soku taşı, insanın toprakla, emekle ve sabırla kurduğu kadim bağın bir hatırası. Geçmişin yankılarını hâlâ taşıyan bu taş, bize durup düşünmeyi, sabretmeyi ve emeğin değerini hatırlatıyor. Belki de asıl öğütülen sadece buğday değildi; insandı, hayatın ritmine uyum sağlamayı öğrenen insan...