TÜRKİYE’DE TARIM

Eylül 2025’te Türkiye otomobil dâhil bazı ABD menşeli ürünlere uyguladığı ek vergiyi kaldırdı. Bu ürünler arasında tarım ürünlerine de yer verildi. Diğer bir deyişle ek vergi uygulaması tarım ürünlerinden kaldırıldı ve ABD ürünlerine ithalatın önü açıldı. Bu uygulamanın, üretim maliyetleri ve kredi borçlarıyla uğraşan çiftçi üzerinde fiyat baskısı yaratacağı, çiftçinin ürettiği ürünleri maliyetin altında satmak durumunda kalacağı yani Türk tarımına zarar vereceği göz ardı edildi.

Edebiyat tarihçisi Abdülbaki Gölpınarlı, “Dünü bilmeyen bugünü anlayamaz, bugünü anlamayan yarını göremez “der. Bizim kuşakların çocukluğu dünyanın tepeden tırnağa alt üst olduğu İkinci Dünya Savaşı ve sonrası yıllara rastladı. Türkiye savaşa katılmamakla birlikte Türkiye ekonomisi elbette ki savaştan ağır şekilde etkilendi. O yıllarda diğer Anadolu kentlerin de olduğu gibi, Elazığ’da da halk geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlıyordu. Elazığ, tarım ürününe elverişli verimli toprakları, bağları, envaı çeşit meyvenin yetiştiği bahçeleri ile kendine yeten bir şehirdi. Dolayısıyla savaş yıllarında dünyanın pek çok ülkesinde çocuklar açlıktan kırılırken bizler Elazığ’da açlık yaşamadık. Ne acı ki günümüz Türkiye’sinde aç yatan ve okula aç giden çocuklar var.

Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte tarımsal faaliyetler devlet eliyle sürekli desteklenmeye çalışıldı. 1950 öncesinde tarım ve hayvancılıkta verimliliği geliştirmek için başlatılan yatırımlar, son 20 yıla kadar devam etti. Çiftçilere teşvik edici bir takım haklar tanındı.1952’de faaliyete geçen Zirai Donatım Kurumu tarafından, çiftçiye bazı tarım aletlerinin yanı sıra buğday, pamuk tohumu vb. destekler ile gübre dağıtımı yapıldı. Tarımda makineleşme başladı. Hem devlet tarafından tarıma dayalı sanayi tesisleri açıldı hem de özel sektör tarafından açılan tarıma dayalı sanayi tesisleri devlet tarafından desteklendi. Türkiye, cumhuriyetin ilanından itibaren tarım ürünleri ihracatı yapan bir ülke olduğu gibi dünyada da tarımda kendi kendine yeten bir ülke oldu.

Ne yazık ki son 20 yılda izlenen, ülkenin tarım ve hayvancılığını ve de tarım üreticisini önemsemeyen ülke yararına olmayan politikalarla, Türkiye tarımı sürekli olarak kan kaybetmeye başladı. Alınan kararların etkisinde, fiyat baskısı karşısında kalan köylü ürününü zararına sattı ya da ürettiğini satamayınca çiftçilikten çekildi. Gençler tarımdan uzaklaştı, yaşlılar dışında köyler boşaldı, ülkedeki işsizler ordusuna yeni işsizler katıldı.

Öte yandan hangi koşullarda üretildiği bilinmeyen ya da GDO’lu ve de Türkiye’de sıkı bir denetimden geçmeyen ithalat ürünlerini tüketen halkın sağlığı risk altında kaldı. Unutulmamalıdır ki Türk halkı bilmeden, Polonya’dan ithal edilen “deli dana” ve Arjantin ile Brezilya’dan ithal edilen “şarbon” hastalıklı etleri tüketmek durumunda bırakıldı.

Çok acıdır ki tarımına büyük önem veren Ulu Önder Atatürk’ün dediği, “Çiftçi milletin efendisidir. Ülkenin sahibi gerçek üretici olan köylüdür” deyişinden ders çıkarılmadı ve Türk tarımı ve Türk çiftçisi yeterince desteklenmedi, Türkiye Bulgaristan’dan “saman” ithal eden bir ülke haline geldi.

Netice olarak gelinen noktada çiftçi tarımdan çekilecek, tarıma dayalı sanayi üretimi ve tarım ürünlerinin maliyeti arttıkça artacak, gıda enflasyonu zirve yapacak, zaten zirvede olan meyve ve sebze fiyatları akıl almaz şekilde fiyatlanacak, sefalet, açlık ve yoksulluk dibe vuracaktır.

Canımızı acıtan bu gidiş nereye!