Doğu Anadolu’nun kadim vadilerinden birine kurulmuş Maden… Yer adı bile insanın damarlarında akan kadim bir kana işaret eder: madenin, bakırın, yeraltı zenginliğinin efsunlu geçmişine… Bu topraklar yalnızca madenlerle değil; tarih ve kültürle de madenleşmiş bir ruh taşır.
M.Ö. 2000’lere kadar uzanan yerleşim izleri; Asurlular, Mitanniler, Roma, Selçuklular, Osmanlı… Hepsinin ayak izleri bu vadide sessizce yankılanmıştır. Cami Kebir’in taş minaresi, eski hükümet konağı ve saat kulesi, Şeyh Muhammet Kattal Türbesi, Çitli Höyüğü ve daha niceleri… Her eser, o kadim medeniyet zincirinin bir halkasıdır. Ancak bölgede yapılan ağır maden faaliyeti, hafriyatlarıyla vadinin kalbine bir yara açıyor. Bu yara sadece toprakta değil; insan belleğinde, kuşakların ruhunda açılıyor.
Ve şimdi sessiz bir yara daha var: Maden’in merkezinde yükselmesi beklenen, “İlçe PTT Binası” adı altında sembolleşecek yapının inşa edilememesi… O bina yalnızca duvarlarla topraktan yükselen bir yapı değildir; Maden halkı için bir umut, bir çağrı, bir varoluş simgesidir.
Bu ilçe, yeraltı zenginliğini işleyen işçilerinin alın teriyle şekillenmiş bir topluluktur. Bakır ocağında çalışan eller, yıllardır hem geçim kaynağı hem de kültürel mirasın taşıyıcılarıdır. Tıpkı eski hükümet konağı ya da saat kulesi gibi, PTT binası da Maden’in geleceğe uzanan bir kapısı olmalıydı. Ama inşası bir türlü gerçekleşmedi; zaman akıp giderken Maden’in “şehre yakışan mimarisi” hayal olarak kalıyor.
Tarihini unutan bir toplum, geleceğini de unutur. Maden’in taşına, tarihine, kültürüne saygı göstermek demek; sadece geçmişe saygı duymak değil, gelecek kuşaklara da el uzatmaktır. O PTT binası bir büro değil; Maden halkının kimliğini, aidiyetini, tarihine ve köklerine olan bağlılığını dışa vuracağı bir sembol olabilirdi.
Bugün Maden’in aslında ne kadar zengin bir mirasa sahip olduğunu biliyoruz. Ancak bu varlıklar yalnızca haritalarda ya da koruma listelerinde yazılı kalmamalı. Onlar yaşayan birer hafıza olmalı; sokaklarında çocukların oyunlarına, yaşlıların sohbetine, gençlerin umutlarına eşlik etmeli.
Tescilli taş köprünün yıkımı sadece bir yapı kaybı değil; Maden’in hafızasından silinen bir cümledir. Her taş, her kemer, her tarihî yapı; kayıplarıyla Maden’in anlamını yitirmesidir.
Köprüyü, yıkılan kemerleri, yitip giden tarihî dokuyu ihmal etmek; Maden’in ruhunu ihmâl etmektir. Bu toprakların yaralarını sarmak yalnızca taşları restore etmek demek değil; insanlarını, umutlarını ve hafızasını yeniden örmek demektir.
İz bırakan her taşın, her yapının tamir edilmesi ve yaşatılması bir lütuf değil; zorunluluktur. Maden’e sahip çıkmak, sadece bir gönül meselesi değil, bir tarih sorumluluğudur. PTT binası gibi projeler gecikse de bir gün tamamlanmalıdır; çünkü Maden’in sesi taşlarından yükselip geleceğe ulaşmalı.
Ey yetkili merciler, ey Maden sevdalıları: Gelin bir olalım. Maden’in ruhuna yakışan yapıları inşa edelim, mirasını koruyalım. Tarihimizin sesini, vadilerimizin rüzgârıyla birlikte yeniden işitelim. Maden yalnızca bir maden değil; tarihimizin, kültürümüzün ve geleceğimizin aziz bir hazinesidir.