Bir zamanlar vakit buldukça, National Geographic Channel’da vahşi doğanın el değmemiş, ayak basmamış güzelliğini, hayvanlar âlemini ve doğal hayatın nefes kesen ahengini izlerdim. Vahşi hayvan belgesellerinde, biraz ürkütücü, biraz duygulu, biraz şaşırtıcı, biraz düşündürücü, çok da acınası renkli görsel bir şölen var. Hayvanlar kendi doğalarında, ıssız ve sakin ortamlarda çok da zorlu bir hayat yaşıyorlar. Birbirlerini tuzağa düşürüp parçalamakta, yemekte inanılmaz derecede acımasızlar. Aslına bakarsanız ayakta kalmaya çalışan canlıların hepsi bir yaşam savaşı içinde. Güçlü olanların ayakta kaldığı bir dünya var!
Bir varsayıma göre binlerce yıl önce bir insan türü ve günümüz insanının ataları olan Sapiens’in, dil ve zeka üstünlüğü ile diğer farklı insan ve canlı türlerini yok ettiği belirtiliyor. Geçmişten günümüze ülkelerin tarihlerine baktığımızda da farklı bir şey görebiliyor muyuz? Nice savaşlar, kıyımlar, felaketler, acılar pahasına güçlüler her zaman ayakta kalmışlar ve egemen olmuşlar.
Öte yandan insanlar sadece birbirlerine değil hayvanlara da acımasız davranmışlar. Ne acı ki insafsızlık, vicdansızlık ve acımasızlık günümüzde de devam ediyor. Elazığ’da doğup büyüyen bizim nesil çocukların pek çoğu bağlık, bahçelik doğal ortamlarda büyüdük. Bu nedenle kendi adıma, o yaşlarımda hayvanlar âlemi içinde benim için en güzel, en çekici olanlar ağaç dallarına yuva yapan, yavrularını besleyen, cıvıl cıvıl ötüşen kuşlardı. Hiçbir insan düşünemiyorum ki gökyüzünde süzülerek uçan kuşları sevmesin!
Elazığ’daki kuşlar arasında baharın müjdecisi, asil duruşlu sevimli leylekleri de hiç unutmadım. Komşumuzun duvar çıkıntısında yuva yapan ve yavrularını büyüten o leyleklerin seslerini dinlemek ve yavrularının büyümelerini izlemek büyük keyifti. Yavrularını hiç yalnız bırakmazlardı, biri yavrulara yiyecek getirmek için avlanırken diğeri onları beklerdi. Ne var ki o yaşlarda, kuşlarda da duygusal olmasa da eylemsel bir aile bağı olabileceğini algılamaktan uzaktım.
Çocukluk yıllarım geride kaldıkça, tüm hayvanlar âleminin, Allah’ın çok büyük bir nimeti ve dünyanın ve insanoğlunun en büyük değerleri olduğunu her gün biraz daha iyi anladım. Diyebilirim ki pek çok hayvanın varlığı insana huzur veriyor, sessiz bir terapi oluyor.
Fi tarihinde canım evladımla birlikte Cape Town’a gitmiştik. Ümit Burnu’na giderken yolun iki tarafı maki tipi ağaçlarla kaplıydı. Ağaçlıklar arasından koşan maymunlar (babunlar) bir anda arabayı sardılar. Yola çıkmadan önce rehber uyarmıştı, “Babunlara karşı dikkatli olun, yanınızda yiyecek bulunmasın, arabanın camlarını sakın açmayın” demişti. Her tarafta uyarı levhaları vardı. Maymunlar hızla çıkıp arabanın camlarını epey zorladılar, yiyecek umudu kalmayınca dağıldılar. O sırada arabanın önünde anne ve baba iki maymun aralarında küçücük çocukları tıpkı insanlar gibi çocuklarının ellerinden tutmuş yürüyordu. Bir maymun ailesi bu kadar mı sevimli olabilirdi? O anda İngiliz doğa bilimci Charles Darwin’in, insanların bugün gördüğümüz maymunlardan türediğini söylediğini hatırladım.
Son yıllarda ise aile bağlılığına en sadık hayvanların filler olduğunu, fil yavrularının sürekli anne ve babasıyla beraber yürüdüğünü ve hayvanlar âleminde en güçlü, en şefkatli aile siteminin fillerde olduğunu öğrendim. Ayrıca fillerin en güçlü ama en zararsız ve de uğurlu hayvanlar olduğu belirtiliyor.
Bu düşünceler içinde dünyanın ilk tüp bebek filleri olduğu belirtilen ikiz fillerin, Asya’dan Türkiye’ye, Gaziantep Hayvanat Bahçesine zorla getirildiği, birinci fil Gabi’nin 3 yıl sonra öldüğü, Pili isimli ikinci filin ise Temmuz 2025’te kafasını duvara vura vura kendini öldürdüğü haberlerine rastladım, içim sızladı. İnternette tarama yaptım, tutsak edilen Pili, insanlar görsün diye bütün gün seyirlik olarak tutuluyor. Saklanacağı yer kapatılıyor, yemek de verilmiyor. Ailesiyle yaşaması gerekirken yalnızlığa mahkûm ediliyor. Bu koşullara dayanamayan yalnız ve biçare fil, başını duvarlara vura vura hayatına son veriyor. Araştırma yaptığım kaynaklarda, topluluk halinde yaşayan ve anaerkil olan fillerin aile bağlarının güçlü olduğu, her gün yemeden, yıkanmadan ve de küçük yaşlarda aileden ayrı ve yalnız yaşayamadıkları belirtiliyor.
Peki! Hayvanat bahçelerine getirilen hayvanlar hakkında onların yaşam şartlarına ilişkin önceden araştırma yapılmıyor mu? Yaşam şartları uygun değilse neden zorla tutsak ediliyorlar? Onlarda can değil mi? Hiç mi içleri acımıyor?