Yönetimde istikrarın olmadığı yerlerde siyasi gündem sık sık değişir. Bir gün önce konuşulanlar bir gün sonra unutulur. Hele o ülkede bir de kriz varsa iktidarlar dikkatleri başka yöne çekmek için planlı bir şekilde gündemi değiştirmek isterler. Amaç konuşulmasını istemedikleri konuların konuşulmasını engellemektir.

Bir hafta Kılıçdaroğlu'nun Amerika seyahatini konuştuk. Niye gitti? Neye gitti? tartışmaları yapıldı. Halbuki Cumhurbaşkanı Erdoğan da defalarca ABD'ye gitti, bu kadar tartışılmadı. Siyasetçiler öyle bir hava yaratıyorlar ki, kendi ağızlarıyla kendilerine olan güveni sarsıyorlar. Amerika'ya giden her siyasetçiyle ilgili üretilen şüpheler siyasetçilerin itibarını vuruyor. ABD'ye gitmek şüpheli bir davranışsa Kılıçdaroğlu için de Erdoğan için de şüphe çekicidir. Biri ötekini eleştirirken aslında kendini de eleştirmiş oluyor.

Sonra Bartın'da içimizi yakan maden faciasını konuştuk. Kırk bir can kaybettik. Yerin yüzlerce metre altında rızık arayan insanlarımızın hazin sonlarıyla sarsıldık. Bir medeniyetin büyüklüğü insan hayatına verdiği değerle ölçülür. Ne kadar insana değer veriyorsanız o kadar büyük ve kutlu bir medeniyete sahipsinizdir. Bizde insanın değeri yok, dünyada yazılan insan hakları metinlerinin neredeyse tamamı Batı'lılar tarafından yazılmıştır. Hani Türk İslam dünyası? Lafa gelince insan eşrefi mahlukattır deriz. Ama uygulamada bunun tam tersidir.

Bartın/Amasra’daki felaketin sebeplerinden biri de budur! İnsanı ihmal ettik, eşyaya ondan daha fazla değer verdik. Sonuç ortada. Bunun kaderle alakası yok. Bütün tedbirleri alır, sisteminizi insan hayatını koruma üzerine kurarsınız, buna rağmen ölümler olursa işte buna kaderdir diyebilirsiniz. Kader dediğimiz şey Allah'ın kulunu mecbur ettiği bir yaşam biçimi değildir. Zorlamanın olduğu yerde hesap da olmaz. Allah doğruyu yanlışı göstermiş bizi tercihlerimizde serbest bırakmıştır. Kader Allah'ın önceyi sonrayı bilmesidir, Allah'ın bildiğine kullarını mecbur etmesi değil. Sorumluluktan kaçan siyasetçiler insanlarımızın dinî duygularını istismar ederek her şeyi kaderin üzerine atarlar. Bu aslında dolaylı olarak Allah'ı suçlamaktır ve çok vahim bir ifadedir. Kaderdir demek, elimizden bir şey gelmez, çünkü bunları Allah yapıyor demektir. Bu Allah'a iftiradır, İslam’ı çarpıtmaktır. Ülkeyi yönetenler kendilerini kurtarmak için İslam'ı feda ediyorlar. Bu da başka bir felakettir. Çünkü insanımızın tertemiz din anlayışı kirletiliyor. Umarım gerçek din adamlarımız uyarır da bu yanlışlara bir son verilir.

Geçtiğimiz hafta bir başka gündem maddemiz de terörle mücadelede -kimyasal silah- kullanıldığına dair iddialardı. İddiayı önce PKK'ya müzahir çevreler ortaya attı, sonra da Türk Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı dile getirdi. Fincancı'nın açıklamaları haklı olarak büyük tepkilere neden oldu. Millî Savunma Bakanlığı Fincancı’yı yalanladı. TSK'nın terörle mücadelede hiçbir zaman kimyasal silah kullanmadığını söyledi. Askerin PKK ile mücadelede kimyasal silaha ihtiyacı yok. Bugüne kadar da PKK ve bileşenleri dışında kimse böyle bir iddiada bulunmadı. Ne yazık ki bazı meslek kuruluşları meslektaşlarının hukukunu korumaktan çok terör örgütünün sözcülüğünü yapıyorlar. Bu tip iddialar daha çok PKK köşeye sıkıştığında terörle mücadeleyi akamete uğratmak için yapılıyor.

İddia sahibi ya iddiasını ispatlamalı ya da yargıda bunun hesabını vermelidir. PKK hamiliği yapanların meslek kuruluşlarını kullanmaya hakları yoktur. TTB bu zihniyetten temizlenmedikçe bir meslek kuruluşu olarak asli fonksiyonlarını yerine getiremeyecektir. Fincancı'nın yeri Türk Tabipler Birliği değil. Doktorlarımız bu meslek kuruluşunu örgüte müzahir olanlardan kurtarmalıdır.