Bazı acılar vardır ki zaman geçtikçe külleri sönmez; aksine köz gibi yanar, yüreklerin tam ortasında bir yangına dönüşür. Ancak hiçbir acı, toprağın hafızasında kara bir iz gibi kalan Kırım Soykırımı kadar derin ve yakıcı olmamıştır.
Aradan geçen 81 yılın ardından geriye dönüp baktığımızda, tarihin sert rüzgârında savrulan bir halkın; un ufak olmuş umutlarından ve sessiz çığlıklarının yankısından başka bir şey kalmadığını görürüz. Onlar, zamanın hoyrat ellerinde dağılan birer yaprak misali savruldular; ne gökyüzü sahip çıktı, ne de yeryüzü bağrına bastı.
Öyle bir savruluştu ki bu; ne bir romana sığabilir, ne de bir hikâyeye. Çünkü bu acı, kelimelere sığmayacak kadar ağır, vicdanlara sığmayacak kadar büyüktü. Her satırda eksik, her cümlede yarım kalan bir yas... Ve her unutuluşta yeniden ölen bir milletin sessiz çırpınışıydı.
Her şeyiyle Türk olan toprakların üzerindeki çınarları, köklerine varıncaya dek söküp atmak için harekete geçenler; insan tarifinin içinde yeri olmayan, vicdanından, merhametinden ve adaletinden mahrum karanlık suretlerdi. Onlar, sadece bedenleri değil, bir milletin hafızasını, tarihini ve kök saldığı her umudu da kazıyıp yok etmeye and içmişlerdi.
Bu çınarlar yalnızca ağaç değildi; geçmişin sesi, kültürün taşıyıcısı, mazlumun göğe açılmış duasıydı. Ve onları kökünden söken eller, aslında insanlığa karşı işlenmiş silinmez, affedilmez bir suçu tarihe kazıyordu.
İnsanlık tarihinin bu kara lekesi, Türk milletinin sinesinde onulmaz bir yara, dinmeyen bir sızı olarak kalmıştır. Her hatırlandığında kanayan, her unutturulmak istendiğinde daha da derinleşen bir acıdır bu. Biz de bu zulme karşı dimdik duranların nelerle karşılaştığını, Mustafa Cemiloğlu’nun destansı mücadelesinden biliyoruz.
Bu kahraman Türk evladı, toprağından koparılmış ama kimliğinden asla vazgeçmemiş bir halkın onurunu omuzlamıştı. Bugün hâlâ, soykırıma uğrayanların izleriyle yoğrulmuş bir hayat sürüyor. Vatan özlemiyle geçen her gün, onun ve onun gibilerin gönlünde bir dağ gibi büyüyor; suskun ama haykıran bir isyan gibi...
Vatanına dönmenin suç sayıldığı, özgürce yaşamanın ise affedilmez bir düşmanlık olarak görüldüğü bir hayatın ne demek olduğunu en iyi Kırımlı Türklerin ömürlerinden öğrenmek mümkündür. Onlar için sadece “Türk” olmak, yeryüzünde taşınması en ağır suçlardan biri haline getirilmişti. Aradan geçen 81 yıla rağmen, bu zihniyetin tortularının hâlâ diri olduğunu görmek, zamanın değil bilincin değişmesi gerektiğini haykırıyor.
Unutmayalım ki, Türk olduğunu bilmemek ya da bu kimliğin şuurunda olmamak, her daim kapımızda bekleyen büyük bir tehlikenin habercisidir. Kimliğinden habersiz bir millet, köksüz bir ağaç gibidir; ilk fırtınada yıkılır, ilk savruluşta yok olur.
Kırım, bizim için yalnızca bir coğrafya değil; yakın tarihimizin unutulmaz, yürek burkan ve ibretlik bir destanıdır. Her hatırlanışında vicdanı kanatan, her unutuşunda ruhumuzu eksilten bir gerçekliktir.
Türk mazisinin elem dolu bu acısı üzerinden 81 yıl geçmesine rağmen, vatanlarından koparılanların atalarının bir zamanlar Osmanlı hanedanının varisleri olduğunu bilmeyenlerimiz bile vardır. Anadolu’dan yüzyıllar önce Türk olan bu kadim topraklarda, Türk izlerinin silinmeye çalışılması aslında başka bir soykırımın ta kendisidir.
Ancak unutmamalıyız ki, Türk milleti en zor zamanlarında bile küllerinden doğmasını bilmiş bir millettir. O büyük şuur yeniden uyanacaktır. Türklük bilinciyle yoğrulmuş bir milletin, mazisinin şanlı günlerine geri döneceği vakit elbet gelecektir. Ve o gün hem geçmişin hesabı sorulacak hem de geleceğin onurlu temelleri atılacaktır.
Sovyet zulmünün acı yükü yalnızca Kırım Türklerinin omuzlarında değildi. Ahıska Türkleri de bu karanlık dönemin acı muhatapları arasındaydı. Ayrıca, Korkuç İvan’dan Stalin’e uzanan geniş coğrafyada, asırlar boyunca sömürge toprağı gibi kullanılan, tarih boyunca varlığını dirayetle sürdüren diğer Türk toplulukları da bu ağır baskının pençesine düşmüştü. Onların çektiği acılar, unutulmaz bir insanlık dramının parçaları olarak hafızalara kazınmıştır.
Duamız ve niyazımız, her bir Türk’ün Türklük şuuru ile derin bir bağ kuracağı, kimliğinin ve kültürünün farkına varacağı, geçmişinin izlerini gururla taşıyacağı ve geleceğe umutla yürüyeceği gündür. O gün geldiğinde, her birey kendi köklerinden güç alarak, milletimizin yüzyıllardır süren tarihî mücadelesini şuuru ile kavrayacak, mazisinin onurunu yaşayacak ve bu şuuru yüreklerinde taşıyarak nesiller boyu yaşatacaktır. İşte o zaman, Türk milletinin kadim ruhu yeniden canlanacak, kaybolan değerler yeniden ışık bulacak ve tarihin karanlık sayfalarına inat, umut dolu yeni bir dönemin kapıları aralanacaktır. Bu, sadece bir dilek değil; milletimizin varoluş sancısının en güçlü duası ve geleceğe atılan en sağlam adımdır.
Kırım mağdurlarını rahmetle anar, onların yaşadığı derin acıların ve uğradıkları haksızlıkların bizlerin uyanışına, bilinçlenmesine ve sorumluluklarımızı yeniden hatırlamamıza vesile olmasını yürekten niyaz ederim. Onların çektiği ızdırap, bizlere tarihimize sahip çıkmanın, kimliğimizi korumanın ve geleceğe sağlam adımlarla yürüyebilmenin ne denli hayati olduğunu hatırlatıyor. Bu hatıralar, unuttukça yitip gidecek değil; bilakis her an hatırlandıkça güçlenecek, milletimizin dirilişinin ve yeniden doğuşunun kıvılcımı olacaktır. İşte o zaman bütün Türk şehitleri yattıkları yerde rahat uyuyacaklardır.