Bazı haberlerde kulak kabartıyorsunuz, “zanna dayalı yazılar, haberler…” Bizleri de üzer, toplumu da üzer, kamu vicdanını yaralar.

 Bir haberin veya kaleme aldığınız bir araştırma yazısının, ‘dört ayağının sağlam olması’ bizim önceliğimizdir.

Necm Suresi 28 Ayet’te şöyle buyruluyor; “Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Şüphesiz ki zan ise haktan bir şeyi fayda vermez”

Zan, “kesin bilgiye dayanmayan şey!” “Vehim ve kuruntu.”

“Yanlış bilgi veya tahmin.” “Sanma, sezme, şüphe.”

Hucurat Suresi 6. Ayet biz gazetecilerin de en önemli dayanağıdır;

“Ey iman edenler! Eğer size bir fasık bir haber getirirse, onu araştırın (doğruluğunu anlayıncaya kadar tahkik edin). Değilse bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da, yaptığınıza pişman olursunuz”

Bizim en fazla çekindiğimiz de, ‘bilgiye dayanmayan…’ yanlış haberler! İnancımız ne diyor, “aldatan bizden değildir!”

Zariyat Suresi 10. Ayet’te de şöyle buyrulur; “Kahrolsun (o fikir adına) tahminlerini ileri sürenlere”

Düşünelim, 21. Asır’da; “zan”la hareket edelim! Olacak şey mi? Kabul edilebilir mi?

Yalan ve yanlış bilgilerle, “değerlendirmelerde…” bulunalım!

Bütün bu yanlışlar, “bilgi kirlenmesine…” yol açabiliyor!

Yanlış kanaatler, “doğruymuş gibi” tanımlanabiliyor.

İnancımız, bunu şiddetle reddediyor. Nisa Suresi 157. Ayet’te şöyle buyrulur;

“O hususta bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar.”

İşte, “akla, fikre, zihne ziyan verenler!” bunlardır. En’am Suresi 116 Ayet’i de dikkatle okuyalım;

“eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar.

Çünkü onlar sadece “zanna” uyarlar ve saçmalarlar!”  İnanmayanlar, “zan”na uyarlar!

Yunus Suresi, 36. Ayet’te şöyle buyrulur; “Zan ise haktan hiçbir şeyin yerini tutmaz”

Zanna uyanlar, “saçmalar” ve “yalan” söylerler!

Zanna uyanlar, “iftiranın…” bayrağını taşıyabilirler!

Zanna uyanlar, “helaka…” uğrayanlardır!

Zanna uyanlar, “bilgiden mahrum…” kanaatler beslerler!

Zanna uyanlar, “kötü çığırlar…” açanlardır!

Zanna uyanlar, “toplumu helaka…” götürebilirler!

Hucurat Suresi 12. Ayet insanı bir bakıma hizaya çekiyor; “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının! Şüphesiz ki zannın bazısı günahtır; (Birbirinizin kusurunu inceden inceye) araştırmayın;

Bazınız, bazınızı gıybet etmesin! Sizden bir kimse ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?

İşte bundan tiksindiniz! O halde Allah’tan sakının! Şüphe yok ki Allah Tevvab (tevbeleri çok kabul eden)dir, Rahim (çok merhamet eden)’dir”

O kadar çok günahkârız ki… Bilerek veya bilmeyerek, “zan”da bulunuyoruz!

İsteyerek veya istemeyerek de “kul hakkına…” giriyoruz!

Bilgi, “dedikodu…” değildir ve olamaz da!

“Dedikodu ile…” değerler tanımlanamaz!

Velhasıl, “zan”dan ısrarla kaçınacağız! Gerektiğinde, “ağzımıza kilit (!)” vuracağız!

Gerektiğinde, “susacağız!”  Gerektiğinde, “dedikodu merkezlerinden…” uzaklaşacağız.

Ebu Hanife ne diyorlar; “Sıhhatte iken korku ile ümit arasında, vefat zamanında da “şüphesiz,

Rabbim beni affeder” diye Allah Teâlâ hakkında Hüsn-ü zan et ve Hüsn-ü zan (ümîd) üzere ölmeye çalış”

Cafer-i Sâdık, “Kim şu üç şeye sarılırsa dünya ve ahiret dileklerine kavuşur; Allah’a sığınmak, ilahi takdire razı olmak ve Allah’a karşı Hüsn-ü zanda bulunmak!”

Hz. Ebubekir (r.a), “Harama düşme endişesinden yetmiş helali terk ederdik!”

Bu nedir, ‘azami dikkat, rikkat keyfiyeti…’

Şüphe ve endişeler çok kaygan bir zemindir. Ve hele bir de “Zannı!” düşünelim!

Gerçekten işimizin çok zor olduğunu görmekteyim.