Babamın kitaplığında "Spartaküs" adını taşıyan iki kitap vardı, biri Howard Fast'ın öteki Arthur Koestler'in...

Sonradan izlediğim, 1960 yapımı Spartaküs filmi de kafamda derin izler bırakmıştı.

Görevi öteki kölelerle dövüşerek efendilerini eğlendirmek olan Spartaküs bir köle olarak getirildiği Roma'da köleliğe, düzene baş kaldırıyor arkadaşlarıyla birlikte ayaklanıyordu.

İsa'dan önce 73 yılında peşine takılan on binlerce insanla, dünyanın en güçlü ordusuna sahip Roma'ya kafa tutan Spartaküs 71 yılında çarmıha gerilerek öldürüldü. 

Bu iki yıl süresince haklı bir savaşıma girişen tüm İtalya'yı baştan başa harmanlayan Spartaküs, Roma'yı titretmiş, düzenli orduları bozguna uğratmış yüzbin kişilik bir güce ulaşmıştı.

71 yılında Roma komutanı Crassus'a yenilerek binlerce askeriyle birlikte çarmıha gerildi ama yaptıklarıyla adı günümüze değin ulaşarak ikonik bir kahramana dönüştü.

Spartaküs'ten 1500 yıl sonra bu kez de Şeyh Bedreddin adlı kadılık (yargıçlık) görevindeyken mezheplerin katı kurallarından sıyrılıp da yargıca (kadı) yasayı yorumlama alanı verilmesi gerektiğini savunan, İslam hukukunda yargı bağımsızlığı anlayışı ve bir devinim yaratan bir halk kahramanı daha çıkmıştı.

Cami’ul Fusuleyn (Yargılama Usulleri) yapıtında hem Osmanlı Devletinin bir hukuk devleti olmasını hem de kadıların bağımsızlığını (bugün bile tartışılan yargı bağımsızlığını) savunmuş Bedreddin'in “İnsanlar birbirlerine ya da haksız mala, yasal olmayan paraya ya da rütbe ve makamlara tapınıyorlar (ibadet ediyorlar) da, Tanrı’ya  tapınıyoruz savında bulunuyorlar.” ve “ay ve güneş herkesin ışığıdır, hava herkesin havasıdır, su herkesin suyudur ya ekmek neden herkesin ekmeği olmasın?” sözlerinden anlaşıldığı gibi ayaklanarak başlattığı eşitlik ve adalet arayışının sonucunda onun 1420 yılında dört bin askeriyle birlikte öldürüldüğünü görürüz.

Spartaküs de Şeyh Bedreddin de yenilmişler ve adalet arayışını canlarıyla ödemişlerdir.

Biliyoruz ki, haklı olan her deneyiminde başarı kazanmaz. İnsanlık haklıların yenilgilerini yaşaya yaşaya bugünlere ulaşmıştır. Haksızların zulmünü mazlumlar iliklerinde duya duya yaşamlarını sürdürdüler. Beyazların Afrikalılara, Avrupalıların Aztek ve İnkalara, ABD'nin Kızılderili ve zencilere yaptıkları kötülüklere karşı mücadelelerin sonunda insanlık adalete ulaşmakta yol elde edebilmiştir.

Haklının haksızı yenmesi diye mutlak bir kural yoktur. Haklının kazanması herkesin istediği bir şeydir ama bu her zaman mümkün değildir.

İnsanlık tarihi hakkı sonuna değin savunmayı, güçsüzün, mazlumun yanında olmayı; adaleti, hangi koşulda olursa olsun haksızlığın karşısında olmayı tercih edenlerin tarihidir. İşte biz buna "adalet" diyoruz...

Buradaki "adalet" kavramı "hukuk sistemi" değin toplumsal/bireysel özgürlükleri, mutlak hoşgörüyü, insana, canlılara, doğaya saygıyı, akıl ve bilim yolundan ayrılmamayı da kapsar...

Adalet, bir devletin temelinde yer alan ilk ilkedir. Adaletin olmadığı yerde, iki yüzlülük, dalkavukluk, çıkarcılık, fırsatçılık, ahlakçılık kalır.

Yeni adlî yılın herkese adalet, huzur, güven getirmesini ve adaletten asla uzaklaşmamamızı diliyorum…