Yargı, sistemi meşrulaştıran erktir. Değerli hukukçu Sami Selçuk'un ifadesidir bu. Bir yerde adaletin radarına takılmayan, ondan kaçırılan alanlar varsa orada demokratik bir sistemin varlığından söz edilemez.

Bir sistemin Başkanlık yahut Parlamenter sistem olmasından daha önemli olan erklerin sistem içindeki durumudur. Yargının bağımsız olmadığı bir yerde, sistemin bunlardan hangisi olduğu önemli değildir. Demokrasi çoğulcu bir sistemdir, bu çoğulcu boyut iktidara da yansır ve kesinlikle güç tek elde toplanamaz.

Yargı, yürütme ve yasamanın tek elde temerküzü,  o tek eli milletin tepesinde sallanan bir yumruğa çevirir, korku siyaseti özgürlüğün yerini alır. O ülke artık yasaların güvencesi altında bir ülke değil, sıkılı bir yumruğun insafına kamış bir ülkedir.

Bugün sistemi arızalı hale getiren en önemli unsur yargının içinde bulunduğu durumdur.

Yargı bağımsızlığı demokrasinin sigortası, vatandaşın can, mal, ırz, özgürlük, namus ve şerefinin güvencesidir. Yargının bağımlı olduğu her yerde, vatandaş yargıya hâkim olanlara karşı korumasızdır. Vatandaşa yasak olan gücü elinde bulunduranlara serbesttir. Suç ve ceza sadece vatandaş için vardır. Yargı her alanı kontrol edemez. Bir yargının üstünde olanlar vardır, bir de altında olanlar... Yargının üstünde olanlar için, hiç bir iddia, hiç bir suç yargıyı harekete geçirmeye yetmez. Sedat Peker'in delilleri ile yaptığı ifşaatları hatırlayın. Peker, cinayet dedi, uyuşturucu ticareti dedi, FETÖ borsası, rüşvet, yolsuzluk, suçluları kaçırmak dedi, yargıyı bir türlü harekete geçiremedi.  Yargının bağımsız olduğu bir ülkede bu suçlamalarla kıyamet kopar, millî bir seferberlik ilan edilirdi. Bu ülkede kimsenin kılı kıpırdamadı, üstelik suçlananları alkışlayanlar alkışlamaya devam etti.

Onun için Anayasa Hukukçusu M.M. Hekimoğlu; "Hükümet sistemlerinin tanımlanmasında esas alınan kıstas devlet içinde kuvvetlerin dağılımı ve düzenlenişidir. Kuvvetler ayrılığı demokratik bir devlet yönetiminin ilk şartı sayıldığından, kuvvetler ayrılığı olmayan rejimler otoriter veya totaliter sayılmaktadır," der.

Bu doğru bir tespittir, aslında demokrasi istemek her şeyden önce kuvvetlerin ayrılığını ve bağımsızlığını istemektir. Çünkü demokrasi ile dikta rejimlerini ayıran en önemli ölçüt budur. Hal böyleyken günümüzde siyasal iktidarın meşruiyetini seçim ve oylama mekanizmasına indirgeyen anlayışlar ortaya çıkmıştır. Bu tarz bir meşruiyet inancı, siyasi iktidarların sahip oldukları güç ve yetkilerin sınırlanmasının doğru olmadığı sonucunu doğurmuştur. Otokratların sık sık seçimlere atıf yapmalarının, seçimi kazanan her şeyi kazanır düsturuyla hareket etmelerinin arkasında bu anlayış yatmaktadır. Hâlbuki sınırsız iktidar, despotizm demektir.

Kuvvetler ayrılığının mucidi Montesquıeu; Monarşilerde, genel felaketlerde bile prensin/başkanın şahsının suçlanamadığını, ya haberi olmadığından yahut çevresindeki yozlaşmış insanlardan yakınıldığını söyler. Çünkü gücü elinde bulunduranı eleştirmek zordur, onun yerine etrafında dolanmak tercih edilir. Böyle olunca da prensi dengeleyecek, denetleyecek herhangi bir mekanizma bulunmaz. Yasalar o bir kişinin istek ve hırslarına göre düzenlenir, bir kişinin doğru veya yanlışları bir milletin kaderi olur.