Mescidde riyâpişeler ko itsünler riyâyı,

Meyhâneye gel kim ne riyâ var ne mürâi”

(Şeyhülislam Yahya)

Üzüm ve bağ kültürü bizim ülkemizin en önemli kültürlerinden birisidir. Anadolu topraklarında üzüm ve şarapçılık eski çağlardan beri var. Evet, bizim topraklarda şarap yapılır, dışarıya gönderilir, dışarıdan da kaliteli şaraplar ithal edilirdi. Devlet de zamanla içkiden gelir elde etme politikasını daha belirli kurallar içerisine koymaya başladı.

“Müskirat Nizamnameleri” (İçki Yönetmelikleri) çıkartılarak, içkiden alınacak vergiler düzenli bir biçime konuluyor, 1890’da Abdülhamid döneminde ise, ihraç edilecek şarapların kalitesi ve vergileri belirleniyordu. İçki bir yandan da önemli bir vergi kaynağıydı. İçkiden alınan vergiler Hamr Emaneti adlı bir fonda toplanıyordu. Hamr Emaneti, devletin vergi ihtiyacına göre bazen kaldırılıyor, yani içkiye getirilen yasaklar sıklaştırılıyor; bazen yeniden gündeme alınıyor, yani yasaklar gevşetiliyordu.

Bizim yöremiz Elâzığ da Boğazkere ve Öküzgözü üzümleriyle ünlenmiş bir yer. İlde bağcılık eskiye dayanmasına karşın, bağların önemli kısmının geleneksel yetiştiricilik yöntemini uygulaması ve bağcılıktaki yeni teknik ve bilimsel gelişmelerde geç kalınması nedeniyle günümüzde istenilen verimde değil. Elazığ’da yetiştirilen üzümün, çok küçük bir bölümü şaraplık, yarıdan çoğu sofralarda günlük, yine bir bölümü de yöreye özgü pekmez, pestil, orcik yapılarak kullanılmakta.

Şaraplık olarak kullanılan yüzde 10-15’lik kısmın bir bölümü, yakın bir geçmişte bir Amerikan şirketinin satın aldığı, cumhuriyetin ilk dönemlerinde kurulan eski adıyla Tekel Şarap Fabrikası sonradan özel bir şirketçe satın alınan, taşınmazları, tesisleri ile bugün bile verimli bir biçimde çalışan bir sistem kurulmuş olan fabrikasına, geri kalan büyük oranda üzüm ise ülkemizdeki özel şirketlere satılmakta. Ülkemiz, bugün bile dünyanın beş büyük bağcılık ülkesinde biri. Talana ve acımasız yapılaşmaya karşın yine de yüzbinlerce hektar bağ alanı var.

Büyük tarihçi Halil İnalcık’ın araştırmalarından okuduğumuza göre 16. yüzyıla dek Osmanlı İmparatorluğu’nda tam verimlilikle süren bu ticaretten bugün hiç gelir elde edemiyoruz. Türkiye, yıllık 3 milyon 600 bin ton yaş üzüm üretimi ile dünya altıncısı. Bu üretimin içinden yıllık 220 bin ton kuru üzüm ile dünyada birincilik kürsüsündeyiz. Şarap üretiminin 70 milyon ton olduğu ve bu rakamın, dünya sıralamasında sonlarda,  dünyada üretiminin binde biri olduğunu okudum.

Mıgırdiç Margosyan, Hamasdeg gibi bölgemizde yaşamış azınlık yazarların, Türkçeye aktarılan öyküleri, tıpkı Ege Rumları gibi, buralardaki Hıristiyan halkın evinde şarap küplerinin doğal bir parça olduğunu, ayrıca her bağbozumu mevsiminin “üzüm bayramı” olarak kutlandığını ortaya koyuyor.

Baki, Nedim, Fuzuli, Şeyh Galip gibi birçok divan şairinin gazelinde olduğu gibi, Elazığ Harput yöresinde “divan” ezgisiyle okunan “Rıfat Dede”nin gazelinde de bolca şaraptan söz edilir:

 

“Ben şehid-i badeyem dostlar demim yâd eyleyin

Türbemi meyhane enkazile bünyad eyleyin

Gaslolunmaz ma ile gerçi şahidanı vega

Yıkayın meyle beni bir mezheb icad eyleyin’’

Harput Yollarında yapıtında, İshak Sunguroğlu, Harput'u kuşatan bağların yanı sıra 60.000 dönümü bulan, ova bağları adıyla anılan bağlardan, üzerilerinde üretim yılları yazılı büyük küpleri olan şarap yapımevlerinden söz eder ve tıpkı Harput gibi yüzyıl başında yok olup gitmesini üzüntüyle anlatır.

Sonuç olarak, içkinin cumhuriyetle başladığı gibi saçmalıkların tutarlı bir yanının olmadığı ortada olup, özellikle şarabın bu topraklarda tarih boyunca var olduğunu, azınlıklara hiç yasaklanmadığını, Müslüman halk yönünden de bazı devirlerde savaş ve güvenlik ve bazen de dinsel nedenlerle yasaklanmasının dışında hep serbest olduğunu ve aynı zamanda “Halife” sanını taşıyan padişahların bile izni ve onayıyla, üretilerek ve dışarıya satılarak devlete büyük gelirler sağlandığını açık biçimde görmekteyiz.