Son yıllarda yaşanılan ekonomik sıkıntılar; herkesi yardım arar hale getirdi. Artık maaşı ile geçinmesi mucize olan emekliler, yardım ve destek almadan yaşayamaz hale geldiler…

    Ekonomik sıkıntıların temelinde, yanlış yürütülen politikalar; bu politikalar sonuncunda ortaya çıkan durumun faturasını ise dar ve sabit gelirliler ödüyor. Bir denge içerisinde bulunması gereken ve adaletle paylaşılması gereken milli gelir ise yine bu yanlış politikalardan dolayı, belli bir kesime ve yüksek faiz sarmalı içerisinde para baronlarının ceplerine akıyor.

    Hayatı boyunca çalışan, bilmem kaç bin prim gün sayısı bulunan, vatana ve millete bir şekilde hizmet eden ve hayatlarının en rahat etmesi gereken emeklilik döneminde, sıkıntıların belki de en can yakıcısı olan maddi sıkıntılarla mücadele etmek gerçekten zor…

Onların bu halini görüp te geleceğe dair mutlu bir tablo düşünmekte, bizler için hayliyle zor bir durum oluyor.

    Reçete çok mu zor? Bu tablo değişemez mi? Bu ve bunun gibi soruları kendinize sormayın. Çözüm çok basit…

Amerika’yı yeniden keşfetmenize gerek yok. İsraf etmeyeceksiniz. Ülke kaynaklarını adil ve adaletli bir şekilde paylaşacaksınız. Ülke içerisinde üretimi destekleyip, eğitim için yatırım yapacaksınız. Çözüm bu kadar basit; ancak sorunu çözmek için gerçekten sorunun çözülmesini istemeniz gerekir. Yaşanılan cehalet sarmalı işinize geliyorsa… Zenginlerin değirmenine akan su sizin de tarlanıza su taşıyorsa… Bana dokunmayan yıla bin yıl yaşasın düşüncesindeyseniz…

Durum başka; kendi üreticisini bitirip, dışarıdan saman aldığı için, et fiyatı arttı diye gemi gemi canlı hayvan getirdim diye övünenler için ne söyleseniz boş. Kulaklar sağır, vicdanlar kör. Emekli ve dar gelirli umurlarında değil…

    Geçen sosyal medyada yapılmış olan bir röportaj ilgimi çekti. Kendisine mikrofon uzatılan bir hanımefendi; “ülkede yaşanılan ekonomik sıkıntılar, işsizlik vb. sorunlar bir şekilde çözümlenir, fabrikayı sattınız, bir şekilde bir sıkıntı çeker yeniden yapar ve üretime geçersiniz; ancak yaşamakta olduğumuz toplumsal değerlerdeki çöküşü yerine koyamazsınız…” diyordu. Gerçekten çok vurucu bir röportajdı. Yaşanılanları objektif bir gözle tespit etmiş, asıl büyük kaybı biz hatırlatmıştı…

    Yaşanılan ekonomik sıkıntılar sonrası, kendisinden daha zor bir durumda olan bir başka vatandaşı düşünmemek; sadece kendi menfaat ve çıkarlarını öne taşımak sonunda toplumun geldiği veya geleceği hali düşünmek bile istemiyorum. Elazığ Depreminde bunun bir benzerini yaşamadık mı? İhtiyacı olmadığı halde yardım almaya çalışan insanlar aramızda; depremde evi yıkılan vatandaş, diğer bir depremzedeye daha fazla ücret ile ev kiralama derdinde…

    Medeni toplumlar arasında (ki sayıları bir elin parmakları sayısını geçmez) en çok saygı duyduğum millet Japonlardır… Sıra halinde bekleyerek ihtiyacı kadarını alıp, taşkınlık yapmadan dağılırlar… Dinlerini merak edenler; internet üzerinden araştırabilirler. Bu işin din ile alakası yok. Toplumsal değerler ve bizi biz yapan törelerimize sıkı sıkıya bağlanmalıyız. Yoksa “kime yardım, neye yardım” der dururuz.