TÜRKİYE’DE KARBON VERGİSİNİN SESSİZ ÇIĞLIĞI VE HUKUKİ GERÇEKLER
Dünya yangın yerine dönerken, sera gazları atmosferi kalın bir battaniye gibi sararken, hükümetler birbiri ardına karbon vergisi adımı atmaya başladı. İlk bakışta umut verici bir gelişme gibi görünse de, bu vergiler gerçekten çevreyi mi koruyor yoksa sadece yeni bir gelir kalemi mi yaratıyor?
İklim krizi artık soyut bir tehdit değil; barajlarımızdaki su seviyeleri, yaz ortasında yaşanan sel felaketleri, tarımda düşen verim ve göç hareketleri ile kapımızda. Türkiye, Paris Anlaşması’nı onayladı, 2053 yılı için net sıfır emisyon hedefi koydu. Peki bu hedefe nasıl ulaşılacak? Masada en çok konuşulan araçlardan biri karbon vergisi. Ancak bu mesele sadece çevresel değil, aynı zamanda ciddi bir hukuki ve toplumsal dönüşüm meselesidir.
Karbon Vergisi: Niyet mi, Araç mı, Bahane mi?
Karbon vergisi, çevre dostu politikaların bir parçası olarak sunuluyor: "Kirleten öder" prensibine dayalı bir ekonomik araç. Ama soru şu: Bu vergi gerçekten kirletenleri cezalandırıyor mu, yoksa faturayı yine vatandaşa mı kesiyor?
Bugün büyük sanayi şirketleri karbon vergilerini üretim maliyetlerine ekliyor, bu maliyetler ise market raflarına yansıyor. Yani, lüks SUV’larıyla gökdelenler arasında mekik dokuyan yöneticiler değil, minibüsle işe giden halk karbonun bedelini ödüyor.
Küresel Dengesizlik: İklim Adaletinden Uzağız
Gelişmiş ülkeler karbon vergisini çevreci bir silah gibi sunarken, gelişmekte olan ülkeler için bu vergi çoğu zaman büyümeyi yavaşlatan bir engel oluyor. Avrupa Birliği’nin sınırda karbon düzenlemesi (CBAM) gibi uygulamalar, dışarıdan bakıldığında "yeşil korumacılık" izlenimi veriyor. Bu gerçekten iklim adaleti mi, yoksa yeni bir ekonomik sömürü biçimi mi?
Türkiye’de Karbon Vergisi: Geç Kalınmış Ama Kaçınılmaz Bir Adım
Türkiye henüz doğrudan bir karbon vergisi uygulamasa da, Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) ile uyumlu bir altyapı kurmaya hazırlanıyor. Avrupa Birliği’nin sınırda karbon düzenlemesi (CBAM), Türkiye’yi bu konuda harekete geçmeye adeta mecbur bırakıyor. Çünkü ihracatımızın büyük kısmı AB’ye yapılıyor. Eğer karbon maliyetini içselleştirmezsek, ihracatçımız sınırda vergi ödemek zorunda kalacak.
Ama bu sistemin getirilmesi, sadece teknik bir düzenleme değil; aynı zamanda anayasal, vergi hukuku ve sosyal adalet açısından tartışma yaratacak bir hamledir.
Hukuki Sorunlar Kapıda: Anayasa, Vergi Adaleti ve Şeffaflık
1. Anayasaya Aykırılık Riski:
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 73. maddesi, “herkes mali gücüne göre vergi verir” der. Ancak karbon vergisinin, sabit gelirli vatandaşları daha fazla etkileme riski yüksek. Eğer bu vergi geri dönüşsüz ve doğrudan halkın sırtına yüklenirse, bu durum “vergi adaleti” ilkesine aykırı olabilir.
2. Kanunilik İlkesi:
Türkiye’de yeni bir vergi ancak kanunla konulabilir. Yani Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ya da idari düzenlemeyle karbon vergisi getirilemez. Bu nedenle karbon vergisi için Meclis’ten geçecek kapsamlı bir yasa gerekir. Bu da siyasi irade, kamuoyu baskısı ve lobi savaşlarının çatışma alanı haline gelebilir.
3. Gelirin Kullanımı ve Denetimi:
Vergi toplamak bir araçtır, amaç değil. Toplanan karbon vergilerinin nasıl kullanılacağı açıkça belirlenmelidir. Bu gelirlerin doğrudan yenilenebilir enerji, toplu taşıma ve yeşil teknoloji yatırımlarına yönlendirilmemesi durumunda, bu vergi sadece bir "gelir aracı" olarak damgalanabilir. Sayıştay denetimi ve kamuoyu şeffaflığı bu noktada hayati önem taşır.
Vergi mi, Yatırım mı?
Toplanan karbon vergileriyle ne yapılıyor? Bu sorunun cevabı hayati. Eğer bu gelirler yenilenebilir enerjiye, toplu taşıma sistemlerine, enerji verimliliği projelerine aktarılmıyorsa, o zaman karbon vergisi sadece "yeşil" etiketli bir vergi olur. Halkın cebinden alınan parayla çevre değil, bütçe açıkları kapatılıyorsa, burada ciddi bir samimiyet sorunu vardır.
Sosyal Denge: Yine Faturayı Halk mı Ödeyecek?
Türkiye’de enerji yoğun sanayiler genellikle büyük holdinglerin elindeyken, karbon vergisiyle artacak maliyetlerin zincirleme etkisi düşük ve orta gelirli vatandaşı vurabilir. Elektrik, ulaşım ve gıda gibi temel ihtiyaçlara yansıyacak fiyat artışları, toplumsal huzursuzluğu beraberinde getirebilir. Karbon vergisi, sosyal destek mekanizmalarıyla birlikte gelmeli; örneğin gelir düzeyine göre iade sistemi, yeşil kart gibi karbon destek kartları ile denge sağlanmalıdır.
Karbon Vergisi Olmalı Ama Nasıl?
Türkiye’nin karbon vergisine geçmesi kaçınılmaz. Ancak bu adım; sadece “Avrupa istiyor diye” değil, adil, şeffaf ve sosyal açıdan dengeli bir şekilde atılmalıdır. Aksi halde, karbon vergisi bir çevre politikası olmaktan çıkıp, halkın sırtına yüklenen yeni bir fatura olur.
Yeşil dönüşüm, adaletli bir dönüşümle mümkündür. Karbon vergisi, iklim krizine karşı elimizdeki en güçlü araçlardan biri olabilir. Ama unutmayalım: Yanlış kullanılmış bir araç, çözüm değil, yeni bir sorun üretir.
Evet, karbon vergisi çevre politikalarının bir parçası olabilir. Ama bu tek başına yeterli değildir. Fosil yakıt sübvansiyonlarını kesmeden, dev şirketlere ayrıcalıklı muameleye son vermeden, toplu taşıma ve yeşil enerji altyapılarına yatırım yapmadan atılan her adım, "yeşil makyaj"tan öteye geçemez.
İklim krizi, estetik düzenlemelerle geçiştirilecek bir sorun değil. Karbon vergisi, eğer gerçekten amacına uygun kullanılırsa, güçlü bir dönüşüm aracı olabilir. Ama unutmayalım: Vergilerle doğayı değil, sistemi değiştirmemiz gerekiyor.