Bir toplumun dini ve milli değerlerini siyasallaştırmak, aslında o toplumun ruhunu ve ahlaki omurgasını yerle bir etmektir. Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu siyasi, ekonomik ve toplumsal krizler, büyük ölçüde “siyasal İslam” ve “siyasal milliyetçilik” adı verilen iki zihniyetin ürünü olarak karşımızda durmaktadır.
Siyasal İslamcılık, dini kutsallar üzerinden bir iktidar meşruiyeti üretme çabasıdır. İktidarı ele geçirdikten sonra ise dinin özündeki adalet, ahlak ve kul hakkı gibi temel değerler kolayca bir kenara bırakılmakta; yerine yolsuzluk, adam kayırmacılık ve kamu kaynaklarının pervasızca talanı gelmektedir. Kendilerine "mukaddes bir dava" yüklendiklerini söyleyenler, aslında bu kutsallık perdesi ardında devleti bir tür ganimet gibi paylaşmanın yolunu aramaktadır.
Öte yandan siyasal milliyetçilik de benzer bir işlev görmektedir. Devletin sahibi oldukları duygusuyla hareket eden bu anlayış, kamu kurumlarını kendi ideolojik yandaşlarına tahsis etmekte; ihalelerden kadrolara, burslardan atanmalara kadar her alanda "bizden olanlar" ve "ötekiler" ayrımını körüklemektedir. Bu durum, toplumsal barışı zedelemekte ve liyakati ortadan kaldırarak devletin kurumsal yapısını çökertmektedir.
Devletin bütün kaynaklarının bu iki anlayışın etrafında kümelenmiş kadrolara sunulması, halkın devlete olan güvenini sarsmakta ve genç kuşakların umudunu yok etmektedir. Bugün geldiğimiz noktada ekonomik kriz derinleşmiş, üretim durmuş, istihdam çökmüş ve en önemlisi de toplumsal değerlerde ciddi bir erozyon yaşanmaya başlamıştır. Ahlaki yozlaşma sıradanlaşmış, toplumsal vicdan felce uğramıştır.
Asıl dindarlık; insanın ahlaklı, dürüst, adaletli ve merhametli olmasıdır. Gerçek milliyetçilik ise üretimi ve istihdamı artırmak, bilim ve teknolojide ilerlemek, ekonomiyi güçlendirmek ve halkın refahını sağlamakla mümkündür. Ne din ne de gerçek milliyetçilik; devletin kaynaklarını adaletsizce kullanmayı, halktan toplanan vergilerle bir zümrenin refahını inşa etmeyi meşru kılar.
Bu bağlamda, yıllar önce Türkiye’ye gelen bir Alman mühendisin yaşadığı şu olay manidardır: Bir fabrikada arızalanan Rus yapımı bir makineyi, sırf Alman malı olmadığı için tamir etmeyen mühendisin tavrı, bize “asıl milliyetçilik nedir?” sorusunu bir tokat gibi hatırlatmaktadır. Zira gerçek vatanseverlik, kimlik söylemlerinden uzak olarak alın teriyle, üretimle, dürüstlükle ve topluma katkıyla olur.
Ez cümle; siyasal İslamcılık ve siyasal milliyetçilik, dinin ve milletin değerlerini iktidar aracı hâline getirip bu değerler üzerinden devleti ve toplumu çıkar hesaplarına kurban etmenin adıdır. Bu iki anlayışın tahribatı sadece bugünü değil, geleceği de tehdit etmektedir.
Toplum olarak bize düşen görev, dini ve milli değerleri istismar eden bu yapılar karşısında aklı, adaleti, liyakati ve ahlaki duruşu savunmaktır.