Putperestlik, sadece bir taşa, heykele ya da sembole tapmak değildir…
Bu konuyu günümüzün, özellikle de Türkiye ve az gelişmiş ülkelerin yönetim şekillerini ve insan profillerini ele alarak inceleyelim.
İNSAN; düşünen, sorgulayan, araştıran, inceleyen, öğrenen bir canlıdır.
Peki, insan düşünmezse, sorgulamazsa ve hakikati öğrenmezse ne olur?
En açık ifadeyle, birilerinin kölesi olur…
Geleceğini şekillendiremez ve birileri onun yerine geleceğini tayin eder.
Çünkü sorgulamayan, araştırmayan, öğrenmeyen insan; doğru ile yanlışı, fayda ile zararı da birbirinden ayırt edemez.
Hele Türkiye gibi, sahte din ve milliyetçilik eksenli siyasi oluşumların sardığı bir yapının eksenine kapıldığı zaman, o kişi artık düşünce ve akıl merkezinden uzaklaşır…
Toplum mühendisliği bu konuda da sistemli bir şekilde çalıştığında, basın ve medyayı da etkili kullandığında tam bir siyasi kölelik oluşturulur.
Farkında olmadan toplum tutsak edilmiş olur.
Önüne getirilen din ve milliyetçilik söylevleriyle süslenmiş siyasi lider, tam bir ilahlaştırma çalışması sonucunda aptallaştırılmış bir toplum meydana getirir.
Siyasi lider, aslında bir put hâline gelmiş olur.
Toplum, siyasi bir putperestlik içine düşmüş olur.
O toplum; “Ülke nereye gidiyor, ülkenin gerçek durumu nedir, ülke niye bu kadar kötü yönetiliyor?” sorgulamasına girmez.
Çünkü siyasi lider, onlar için hatasız ve kusursuzdur.
Çünkü toplum aptallaştırılmıştır.
Hani bir kişi şunu söylemişti:
“BEN BU ADAMI ANNEMİN ÜZERİNDE YAKALASAM, AHLAKSIZLIK ANNEMDEDİR.”
Yine bir siyasi yalaka, “Bu adam haşa Allah’ın bütün sıfatlarını taşıyor.” demişti.
Peygamber ilan edenler ise ayrı bir vakıa.
Akıl durmuş ya da dondurulmuş, bilimsel ve ilimsel sorgulama yok, hak-hukuk-adalet rafa kaldırılmış, her şey Arap saçına dönmüş, lakin her şeye “iyi” diyen bir çoğunluk oluşmuş…
Yani: siyasi putperestler.
Ülke talan edilmiş, rüşvet ve yolsuzluk her yanı sarmış; ancak her şey çok iyiymiş gibi ateşli savunanlar var.
Çünkü siyasi liderleri var…
Ya da putları.
Tarihten bir örnek verecek olursak, Almanya 1932 yıllarında süper güçler arasındaydı.
Aileler eğitime çok önem verirdi, devlet olarak eğitime ve bilime büyük yatırımlar yapılırdı.
Çocuklar çok özel bir eğitimden geçirilirdi.
Hitler, işte böyle donanımlı ve eğitimli bir halkı iki yıla varmadan kölesi hâline getirdi; adeta çadır maymununa çevirdi.
Bilimin, sanatın, teknolojinin, kültürün merkezi kabul edilen Almanya’nın sahibi oldu.
Peki, nasıl oluyordu da cahil ve ruh hastası bir adam, böyle eğitimli bir halkı peşinden sürükleyebiliyordu?
Bilim insanlarına, akademisyenlere, subaylara; her bakımdan yetişmiş insanlara hükmedebiliyordu?
Almanya, tarihinin en karanlık döneminden geçiyordu…
Masum insanların dükkânları taşlanıyor, kadınlar ve çocuklar sokak ortasında zalimce aşağılanıyordu.
Gazeteciler dövülüyor, siyasi cinayetler işleniyordu.
Hitler’i eleştirenler tutuklanıyordu.
Muhalif her çıkış cezalandırılıyordu.
Yargı, Hitler’in sopası olmuştu.
Berlin’de artık hâkimler yoktu; hâkim koltuğuna oturtulmuş soytarılar vardı.
Tek adam rejiminin namussuz savcıları, şerefsiz hâkimleri vardı.
Ordu rejimin ordusu, polis rejimin polisi olmuştu.
Nazi milisler sokaklarda devriye geziyordu.
Kısacası, Hitler aptallaştırılmış bir toplum oluşturdu.
Sonunda, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’yı felakete sürükledi…
Acaba Türkiye, 1932 yıllarının Almanya’sına benzemiyor mu?
Bence çok benziyor.
Çünkü hukukçular susmuş, akademisyenler susmuş, basın ve medya susturulmuş, muhalefet yapanlar tutuklanıyor…
Şunu özellikle vurgulamak gerekir ki; şayet güç hâkimiyeti ile oluşturulan idare hukuktan ve adaletten uzaklaşırsa, o toplum ahmaklaştırılır.
Yani düşünemez, sorgulayamaz, iyiyi kötüyü ayırt edemez.
Sonuç olarak, lider putlaşır; toplum ise köleleşir…