Çağdaş dünya şiirinin en büyük ozanlarından olan Vladimir Vladimiroviç Mayakovski 1893 yılında Gürcistan’da doğdu. Genç yaşlarda tutuklandı. Şiirde gelecekçilik (fütürizm) akımına bağlı olarak yeni bir şiir anlayışı geliştirdi. Yakın dostu Sergey Yesenin’in 1925 yılında intiharından sonra 14 Nisan 1930’da kendisi de bu yolla ölmeyi tercih etti.

Moskova’da Nâzım’ın da gömülü olduğu Novodeviçi Mezarlığına gömülen Mayakovski’nin cenazesi, Lenin ve Stalin’in ardından Sovyetler Birliği tarihindeki en kalabalık cenaze törenidir.

Bağlı olduğu Rus fütürizmi, İtalyan kökenli fütürizmin etkisiyle 1912’nin sonlarına doğru, David Burliuk ve kardeşlerinin 1910 yılında kurduğu ve kısa sürede Vasili Kamenski, Velimir Khlebnikov, Aleksey Kruçenik ve Mayakovski’nin katıldığı “Hylaea” diye bilinen edebi grubun “Genel Zevkin Suratına Şamar” adlı manifestolarıyla gün yüzüne çıkmış ve İtalyan fütürizminden tümüyle ayrı bir kulvarda yol almıştır.

Mayakovski öleli 93 yıl geçse de güncelliğini, etkisini bugün de sürdüren, yaşamı, yapıtları, eylemleri, şiirleriyle diri bir sanatçıdır.

Otuz yedi yıllık yaşamında, olağanüstü, baş döndürücü yapıtlar üreten hem ülkesinde hem dünyada kendinden sonraki tüm ozanları etkileyen şiir, oyun, film, tiyatroda üstün yapıtlar çıkaran “Sokaklar fırçamız, alanlar paletimizdir” sloganı ile sanatı halka, sokağa indiren ve eski sanat anlayışının kökten yıkılması gerektiğini savunan Mayakovski, Pantolonlu Bulut, Omurganın Flütü, 150.000.000 gibi çok önemli şiir kitaplarının da sahibidir. 

Ürettiği oyunların üçü de yine tüm dünyada çağdaş tiyatronun baş ­yapıtları arasında. Senaryolar, makaleler, afişler, desenler, posterlere imza atmış. Senaryolarını kendisinin yazdığı, Sovyet sinemasında yeri olan filmlerde başrol oyunculuğu var., tiyatrolarda başarıyla oynamış. Ülkesini ve neredeyse tüm dünyayı dolaşarak şiir üstüne konferanslara, eylemlere katılmış, Fransa, Amerika, Küba, Meksika gibi ülkeleri ziyaret etmiş, yolculuklar yapmış. Yüz yılda yapılamayacakları otuz yedi yıla sığdırmış.

Maksim Gorki’nin karısı Maria anılarında şöyle der: “1918’de Mayakovski’yi sahnede izledim. Bana göre o eğer bu meslekte ilerlese idi müthiş bir oyuncu olabilirdi”. 

Nâzım Hikmet’i de derinden etkileyen Mayakovski’nin şiirlerinde insanı hayran bırakan, sarsan, düşündüren, etki bırakan yönler var. Dizelerin birbirlerine zincirleme bağlanışındaki yetkinlik, akıcılık, uyum, uyak, benzetmeler bir dil sihirbazı gibi veriliyor okuyucuya. Gerçekten de çağdaş Türk şiirinin en çok etkilendiği bu biçemle tanışması da Nâzım Hikmet’in Mayakovski’den ve şiirlerinden aldığı bu esinle olmuştur.

Mayakovski’nin on beş yıl, 1930 yılında ölümüne değin âşık olarak yaşadığı Lili Brik, Aragon’a “Elsa’nın Gözleri” kitabını ve “Mutlu aşk yoktur” dizesini yazdıracak olan Elsa Triolet’in kız kardeşiydi. Mayakovski'nin yaşamı boyunca en ciddi aşkı da bu ilişkisiydi. Kimileri, Mayakovski’nin öldüğü gün, bu sonu getiren olayın nedeninin Veronika Polonskaya kimileri de Lili Brik olduğunu ileri sürdü. Ancak annesi ve kız kardeşleri, Mayakovski ailesi, ölümünün sorumlusunun Polonskaya olduğuna emindiler. 

Ayrıca ünlü ozan zamanla toplum ölçeğinde kurtuluş kavgasına girişmiş olan kütlelerle bağını kopardığı için, toplum karşısında tek başına bayrak kaldıran bir kahraman, bir birey olarak görmeye başlamıştı. Kimilerine göreyse intihar gerekçelerinin köklerini burada aramak gerekiyordu.

Mayakovski’nin kendini öldürmesinde sevdiği kadınların yeterince değerbilmezliklerinin, yalnız bırakmalarının, onun tutkulu kişiliğini anlayamamalarının ve çektiği ruhsal bazı sorunların, üzüntülerin de payı vardır.

Mayakovski, çok yönlü, büyük, gözü ­pek bir yaratıcı yeteneğin, hiçbir zaman yitirmemiş bir içtenliğin, son sınırında bir özveri ve bağlanma erdeminin, ozanın bireyselliğinden hiçbir şey yitirmeden, tersine, onunla öz­deşleştirmeyi, kaynaştırmayı başararak kitlelerin, çağın ateşini, dinamizmini şiire getirebilmenin ölümsüz örneğidir.

Kaç sanatçı, “Şi­ir Nasıl Yazılır” (Yapılır) da onun yaptığı gibi, kendi zanaatının gizlerini hiçbir büyüklük, kıskançlık, kibir taslamadan sayıp dö­ker? Kaç sanatçı bireysel olanla toplumsal olan arasında onun kurabildiğince canlı bir bağıntı, bir özdeşlik kurabilmiştir? Kaç sanat­çı kuramsal olanla pratik arasında onun aradığınca canlı bir bileş­ke aramış ve kurabilmiştir bu bileşkeyi?

Tüm bu özellikleriyle Ma­yakovski, çağımız sanatında dev bir ışık, bir yol gösterici ola­rak yanıp duruyor. Doksan üç yıldır ışığından hiçbir şey eksilmeden…