Bir, “Harput Beyefendisi…”  Şeyhü’l Muharririn Ahmet Kabaklı’nın,aramızdan ayrılışlarının, 21. yılında anıyoruz. Şeyhü’l Muharririn Ahmet Kabaklı’nın yetiştiği ortam önemlidir. Harput, Malazgirt’ten 14 yıl sonra 1085 tarihinde fethedilecektir. Kubbet-ül İslâm Şehri Ahlat’tan Harput’a bir manevi akım olacaktır. Harput, Cihan Devleti Osmanlı’ya her biri başkentlik yapmış; Bursa’nın Fethinden 241, Edirne’nin fethinden 278 İstanbul’dan 368 yıl önce fethedilmiştir.

Tarihinde, işgal ezikliğini yaşamamış coğrafyamızın, ‘Vuslat Şehri’ olarak anılır. Prof. Dr. Mehmet Aydın Bey anlatırlar, 1800’lü yıllardan günümüze Harput’ta, 100-150 arasında; “bilge şahsiyetlerin eserlerine Beyazit Kütüphanesinde buluştum…” diyebilirim. Harput, “19. Asrın bilgeler şehri!” olarak da anılır. Özellikle de, Çanakkale’de, Yemen’de, Sarıkaşım’ta Anadolu’nun çığlığını bağrında taşıyan şehir olacaktır. Harput’ta yakılan, “Yemen Türküsü…” Anadolu’nun içli romanıdır. Ahmet Kabaklı Hoca, bu iklimde dünyaya gelecekler. Kendilerininde ifade ettikleri gibi, “annesinin ninnileriyle, masallarıyla, engin ufkundaki bakışlarıyla hayata ilk adımlarını atacaklar!”

Harput’ta, Harput’un o manevi ikliminde, ‘irfan kültürünü, edebiyatı, sanatı, musikiyi, halk bilimlerini bir bakıma hıfzedecekler’

Dilaver Cebeci, Harput iklimi, o iklimin güzel insanı için ne diyorlar;

“Gakgoş coşkun bir aşık, yani sevgiden serhoş

Nezaketle asalet birleşip olmuş Gakgoş”

Harput Göllübağ’dan İstanbul’a bir hayat yolculuğu, Türkiye’nin erdemli insanıyla bizleri buluşturacaktır. O insan, (1924-2001) 77 yıllık ömründe, Harput’a sürekli fikriyle, düşüncesiyle, edebiyle birlikte ‘Sıla-ı Rahim yapacaklar’ Kalemiyle ve kelamyla bu şehrin dertleriyle hemhal olacaklar.

M. Ali Eşmeli, Elazığ Şehri ve insanı için şu ifadelere yer verecekler;

“Hazarından, nazarından, pazarından, aşk al;

İl budur; derd-i cehaletle savaşmış Elâzığ…

Kültürün dopdolu başkenti desem, çok görme,

İlm ü irfansa beden, can ile başmış Elâzığ…”

1985’li yıllardan itibaren yüreği Elazığ Şehri ile çarpan günümüzün bilge kişisi, Alperen tavrıyla nezaketine hayran olduğumuz Prof. Dr. Sadık Kemal Tural Hoca, “Elazığ Şehri için şiirin Başkenti…” diyecekler. Rahmet mekân Ahmet Kabaklı Hoca ile birlikte sürekli Elazığ’da olacaklar.

Elazığ Şehrinde yıllar içerisinde gerçekleştirilen; “Kitap Fuarı, Uluslararası Hazar Şiir Akşamları, Çaydaçıra Bilim-Kültür-Sanat Ödülleri, Kardeş Şehirler Projesi…” gibi faaliyetlerde sürekli onları gördük… Ve hele, “Belek Gazi’nin hayatının bir Küçük Ağa, bir Osmancık formatında TRT’de çekilmesi…” konularındaki gayretler bütün sıcaklığıyla hafızalardadır.

Harput ve Uluslararası Hazar Şiir Akşamları için ne diyorduk;

“Üç kıtanın rahmindesin/ Bütün yüzler sana dönük

Oğuz Ata neslindesin/  Hazar, Türklük sana konuk!”

Ev sahibi kimlerdi, tabi ki, “aksaçlı bir bilge kişi…” Şeyhü’l Muharririn Ahmet Kabaklı Hocaydı… O mütevazı kişiliğiyle birçok programlara; ‘konuşmacı olarak, panelist olarak, ev sahibi olarak…’ gönülleri fethedeceklerdi. Kalemiyle de, ‘Günışığı Köşesinde…’ Elazığ Şehrini Türkiye’nin gündemine taşıyacaklardı.

Böylesine bir gönül ikliminde yetişen Ahmet Kabaklı Hocanın, İlk öğretmenlik yeri komşu ilimiz,

Artuklu Beldesi, Diyarbakır… Genç bir öğretmen olarak, Diyarbakır Halkevi’nin çıkardığı, Karacadağ Dergisini yönetti! Diyarbakır’dan çok verimli hatıralarla ayrılacaktı; Gittiği her yerde, derin izler bırakacak, saygıyla anılacaklar. Kabaklı Hoca, hayatının her safhasında, Harput’u/ Elazığ’ı bütün zenginlikleriyle, Türkiye’ye taşımışlardır! Harput’tan beslendiği o engin kültürle; geleceğe ufuklar açacak bir kalem ve kelam ustasıdır! Aydınlar Ocağının öncülüğünde, 55 Dernek ve Vakfın birlikteliğiyle kendilerine; “Şeyhü’l Muharririn…” unvanı verilecekti! Bir faniye nasip olabilecek, en değerli makam!                                

Elazığ’da, 1930 yılında yayın hayatına başlayan; “Turan Gazetesi…” arşivlerinde; Ahmet Kabaklı, Cemil Meriç, Ali Rıza Alp, Fikret Memişoğlu, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu vs.

İsimleri, o isimlerin imzalarını görebilir/ ve okuyabiliriz. Bu güzel insanın hayatı bütün güzellikleriyle; çocukluk yıllarının o mahcup haliyle başlayarak mahzun ve yufka yüreklerin ‘tercümanı…’ olacaktır. Basınımızda, “sağduyunun sesi” Ahmet Kabaklı’yı, rahmetle, minnetle, şükranla, anıyoruz.