Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikâye kitabını okurken, 90’lı yıllardaki çocukluğuma döndüm. O yıllarda insanlar birbirine gerçekten yardım ederdi. Bir ev mi taşınacak, bir iş mi yapılacak, düğün mü var? Herkes bir ucundan tutar, el birliğiyle eksik ne varsa tamamlanırdı. Tanrı misafiri geldiğinde herkes bir parça ekmeğini hiç düşünmeden paylaşırdı. Kimse kimseye muhtaç olmaktan çekinmezdi; bilirdi ki yanında eşi dostu var.
Bir mahallede yaşayanlar birbirini korur, kollar; adeta akraba bağı oluştururdu. Kötü bir şey olduğunda önce komşular duyar, ilk onlar yetişirdi. Güzel bir olay olduğunda yine ilk onlar tebrik eder, elinden gelen yardımı yapardı. O zamanların güveni, birliği, dayanışması insanın içini ısıtan bir güzelliğe sahipti. Sonra ne oldu da bu hâle geldik, cevabını hâlâ bulamıyorum.
Yaz aylarında balkonu olmayan müstakil evlerin önüne serilen kilimlerde yapılan kahvaltılar; öğlen vakti çayın yanında yenilen kremalı bisküviler ve kaymaklı gofretler; akşamları hep birlikte yenilen mütevazı ama huzurlu sofralar… Bunların hepsi kitapla birlikte gözümde canlandı. Hafta sonları kurulan çamaşır kazanları, yıkanan çamaşırlar… Ne çok ayrıntı var aslında!
Kış aylarında her evden tüten bacalar bir yaşam belirtisiydi. Sobanın üzerine konulan mandalina kabuklarının kokusu, sabahları sobanın üstünde ısıtılan sıcacık ekmeğin tadı, fokurdayan çaydanlıktan taşan suyun sesi… Hepsi bambaşka bir keyifti.
Bugünün gençlerine hiç cazip gelmeyecek, hatta “Yok artık!” dedirtecek o kadar çok detay var ki… Mesela sofralar. Yemek ortaya konur, herkes aynı tabaktan yerdi. Çorba aynı tencereden kaşıkla alınır, salata ortadan paylaşılırdı. Çeşit çeşit yemekler yapılmaz, herkesin ayrı tabağı olmazdı. Ama o sofraların tadı bambaşkaydı.
İnsan bazen düşünüyor: Yeni olan gerçekten eskiyi aratır mı? Bir zamanlar şikâyet ettiğimiz şeyleri bile şimdi özlemle arıyoruz. Teknoloji hayatımızı kolaylaştırmış olsa da sanki bazı şeyleri de yapaylaştırdı. İnsan ilişkileri değişti; eski bağların yerini menfaat aldı. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” mantığı yaygınlaştı. Herkes çok yoğun, herkes çok yorgun… Kimsenin derdi kimseye dokunmuyor artık. Empati duygusu da sanki yavaşça yok olup gitti.
Zamanı geri alamayız ya da durduramayız. Evet… Ama güzel hatırlayacağımız anılar biriktirmek yine bizim elimizde. Geçmişe hasret, geleceğe ise umutla bakmak mümkün.