Egemenlik, bir ülkenin kalbinde atan en güçlü nabızdır. Bu nabzı elinde tutan halk, o kalbin ritmini belirler. Cumhuriyet, işte bu ritmin adıdır: Halkın kendi kaderine yön verdiği, sesini yönetime dönüştürdüğü, iradesini bayrak gibi dalgalandırdığı bir yönetim biçimi. Egemenliğin belirli bir süre için halkın seçtiği temsilciler eliyle kullanılması, bu sistemin temelini oluşturur. Ama cumhuriyet yalnızca bir yönetim biçimi değildir; o, bir hayat biçimidir, bir inançtır, bir aydınlanma yürüyüşüdür.
Ne var ki, her ışığın gölgesi vardır. Adı cumhuriyet olan ama özünde tek bir kişinin, bir mezhebin ya da bir partinin hâkimiyetini taşıyan yönetimler de tarih boyunca karşımıza çıkmıştır. Onlar, “cumhuriyet” kelimesini bir süs gibi taşır; içini boşaltır, ruhunu sustururlar. Halkın sesi, o sistemlerde yankı bulmaz; sanki bir dağın yamacında çınlayan ama cevapsız kalan bir ses gibidir. Bu tür örnekler elbette gerçek anlamda cumhuriyet değildir. Onlar, özgürlüğün maskesi altına gizlenmiş otoritelerdir.
Biz, 29 Ekim 1923’te kendi ışığımızı yaktık. Karanlığın içinden bir sabah gibi doğdu Cumhuriyet. Topraklarımızda ilk kez halk, yalnızca yöneten değil, yönetimin sahibi oldu. O günden bugüne yüz iki yıl geçti. Bu, bir milletin tarih terazisinde uzun bir zamandır. Ancak ne yazık ki hâlâ o ışığın parıltısına gözlerini kısmış, onun sıcaklığını kabullenememiş insanlar var. Cumhuriyet, onları da aydınlatmak ister ama bazı zihinler, tıpkı kalın perdeler gibi ışığı içeri almak istemez.
Bu durumu cumhuriyetin suçu olarak görmek büyük bir yanılgıdır. Suç, cumhuriyetin kendisinde değil; onu yorumlayan, uygulayan ve yaşatan zihinlerdedir. Kanunları yazan eller ile o kanunları uygulayan vicdanlar arasında bir uçurum varsa, işte o uçurumdan sızar huzursuzluk. Cumhuriyet, kâğıda yazılmış maddelerden ibaret değildir; insanın içinde yeşeren bir adalet duygusudur. Eğer o duygu kurumazsa, cumhuriyet her sabah yeniden filiz verir.
Bugün bize düşen görev, o filizi korumaktır. Cumhuriyeti sadece bir tarih sayfası, bir bayram günü, bir yönetim biçimi olarak değil; bir fikir, bir vicdan, bir umut olarak görmek… Çünkü cumhuriyet, bize verilen bir armağan değil, her neslin yeniden hak ettiği bir değerdir. Onu anlamak, yaşatmak ve ileri taşımak; işte gerçek bağımsızlığın ölçüsüdür.
Cumhuriyet bir ışıktır; kimi zaman fırtınada titrer ama asla sönmez. Yeter ki o ışığı taşıyan eller, yüreğini karanlığa teslim etmesin.
Atatürk, “Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak olan sizsiniz.” sözüyle gelecek nesillere derin, sorumluluk yüklü bir mesaj bırakmıştır. Bu söz, yalnızca bir öğüt değil, bir emanetin devridir. Cumhuriyet, sahip olma bilincine erişmiş halkın, yüksek adalet duygusu içinde, kanunlar karşısında eşit olduğunu ve hakkının korunacağına inandığı bir düzende kök salar. Halk bu bilince ulaştığında, aralarındaki birlik duygusu da sağlam bir zincirin halkaları gibi birbirine kenetlenir.
Her yönetim biçiminin zaafları vardır; cumhuriyet de bundan azade değildir. Ancak cumhuriyetin zaafı, özünde değil, onu uygulayanların keyfiyetinde saklıdır. En belirgin tehlike, yönetenlerin kanunları kendi iradelerine göre eğip bükmesidir. Oysa cumhuriyet, keyfiliği değil, denetimi, eşitliği ve adaleti esas alan bir yönetim biçimidir.
Ne zaman ki denetim mekanizmaları zayıflar; geçici olan yönetim organları, kalıcı olan adaletin yerini almaya kalkar, işte o zaman cumhuriyet ruhundan uzaklaşır. Kanunun terazisi yönetenin eline geçtiğinde, halkın sesi kısılır; cumhuriyet de bir idare biçimi olmaktan çıkıp bir imtiyaz düzenine dönüşür. Oysa gerçek cumhuriyet, gücü elinde tutanın değil, hakkı koruyan vicdanın adıdır.
Yetki… kulağa ağır bir kelime gibi gelmeyebilir, ama aslında insanın omzuna yüklenen görünmez bir dağ gibidir. Kimi o dağın zirvesine çıkar, kimi altında ezilir. Yönetmek, bir millete hizmet etme onurunu taşıdığı kadar, onun vicdanına hesap verme sorumluluğunu da taşır. Çünkü yetki, sonsuz bir mülkiyet değil, tarihin emanetidir; günü geldiğinde sahibine, yani halka ve zamana geri döner.
Bir insanın eline güç geçtiğinde, o güç karakterinin aynası olur. Eğer yüreğinde adaletin ışığı varsa, o yetkiyle milleti aydınlatır. Ama kalbinde hırs, kibir ya da menfaatin gölgesi varsa, yetki bir meşale olmaktan çıkar, bir yangına dönüşür. Bu yüzden, adaletten sapmamak, yalnızca bir erdem değil hem bugünün hem de yarının huzuru için zorunluluktur.
Tarih, sessizdir ama unutmaz. Yönetenleri, kürsüdeki sözleriyle değil; görevden ayrıldıktan sonra bıraktıkları izlerle yargılar. Bir devlet adamının gerçek mirası, yaptığı binalar ya da imzaladığı belgeler değildir; adaletin terazisini ne kadar dengede tuttuğudur. Zira adalet, bir gün herkesin kapısını çalan sessiz bir misafirdir.
Görevler geçicidir; koltuklar birer gölgedir. Fakat adalet kalıcıdır; bir toplumun ortak vicdanında yankılanan bir ezgidir. O ezgiyi duymayan, halkın kalbinden düşer. Oysa adaleti yaşatan yönetici, görev süresi bitse bile halkın gönlünde hüküm sürmeye devam eder.
İşte bu yüzden, yetki sahibi olanların en büyük sorumluluğu, kendilerini tarihin karşısında görerek davranmalarıdır. Çünkü tarih ne unutur ne affeder; sadece bekler. Ve o bekleyişin sonunda, her yöneticiyi kendi vicdanının aynasında gösterir:
Kiminin alnında adaletin ışığı parlar, kiminin gölgesinde zulmün izi kalır.
Belki de bu yüzden hem cumhuriyet yönetiminde bulunanların hem de yönetilenlerin tarih karşısında aynı sorumluluğu taşıdıklarını söylemek zor değildir. Çünkü cumhuriyet, yalnızca yönetenlerin değil, her bir vatandaşın omuzunda taşınan bir emanettir. Yöneten, adaletle hükmetmek; yönetilen ise bu adaleti koruyup sürdürmekle yükümlüdür. Her iki taraf da aynı terazide tartılır: Tarihin vicdan terazisinde.
Yüz iki yıllık cumhuriyet yolculuğumuzda aksamalar, duraklamalar, hatta zaman zaman geri adımlar olduğu inkâr edilemez. Ancak bunlar, her milletin tarihinde görülmüştür. Önemli olan, düştükten sonra ayağa kalkabilmek; özünden kopmadan, ideallerine sadık kalabilmektir. Cumhuriyetin büyüklüğü, kusursuzluğunda değil; her zorluktan sonra yeniden dirilme kudretindedir.
Cumhuriyetimize kast edenler dün vardı, bugün de var, yarın da olacak. Fakat unutmamak gerekir ki, karanlık her zaman ışığın varlığından korkar. O ışık, milletin vicdanında yanmaya devam ettikçe, hiçbir el onu söndüremez.
Bu topraklarda millet olma şuuru, yalnızca bir tarih gerçeği değil, aynı zamanda bir hayat iradesidir. Cumhuriyet bilincine sahip bir halk, en büyük yıkıntılar arasından bile yeniden filizlenebilir; umut, gövdesi sağlam bir ağacın kökü gibi derinlere işler. Müreffeh bir gelecek hayal değildir; çünkü o gelecek, bugünün adaletine, birliğine ve inancına sıkı sıkıya bağlıdır.
Cumhuriyet, sadece bir yönetim biçimi değildir. O, bir milletin vicdanında yankılanan inanç, bir arada yaşama iradesinin en saf ifadesidir. Her sabah yeniden doğan güneş gibi, Cumhuriyet de her nesille yeniden doğar, tazelenir, anlam kazanır. Çünkü o, geçmişten geleceğe uzanan bir köprüdür; milletin hafızasında taşıdığı umudun ve kararlılığın adıdır.
Cumhuriyet, erdemli bir toplumun çatısıdır. Bu çatı altında hürriyet yeşerir, adalet kök salar, insan onuru filiz verir. Her birey, kendi emeğiyle bu yapının bir tuğlasını yerleştirir. Cumhuriyet, yalnızca yönetenlerle yönetilenler arasındaki bir düzen değil; her vatandaşın vicdanında yaşayan ortak bir değerdir.
Erdem, Cumhuriyet’in en temel taşıdır. Çünkü erdem; aklın rehberliğiyle vicdanın sesini birleştirir. Keyfî iradenin değil, ahlâkî ilkelere dayanan bir düzenin temelinde yükselen toplum, işte bu erdemi yaşatan toplumdur. Cumhuriyet, bu erdemin hayat bulmuş hâlidir.
Cumhuriyet, imtiyazsız ve ayrıcalıksız bir hayatın güvencesidir. Aynı gökyüzünün altında, aynı ideali paylaşan insanların birlikteliğidir. Bizi biz yapan, farklılıklarımızı zenginlik olarak görebilmemizdir. Bu anlayış, Cumhuriyet’in özüdür.
Bugün Cumhuriyet’in nimetlerinden faydalanırken, onu yaşatmak da en büyük sorumluluğumuzdur. Çünkü Cumhuriyet, geçmişin bize bıraktığı bir armağan değil; her gün emek verilerek korunması gereken bir emanettir. Onu yaşatmak, pasif bir bekleyişle değil; aktif bir katılımla, bilinçli bir yurttaş olma bilinciyle mümkündür.
Erdemli insan, Cumhuriyet’in seyircisi değil; onun öznesidir. Cumhuriyet yaşadıkça, insan onuru da yaşar. İşte bu yüzden, Cumhuriyet sadece bir yönetim biçimi değil, insanın kendine ve geleceğine duyduğu inancın adıdır.
Ve şimdi, bu sorumluluk bilinciyle; sevgimizin ve birlik duygumuzun nişanı olan al bayrağımızı özenle sandıklarından çıkaralım, bulunduğumuz her yeri onunla süsleyelim.
Asırlar ardımızda huzurla sükûn bulurken, Cumhuriyetimiz ebediyen yaşasın.