Ağabeyim Yusuf EROĞLU Veteriner olduğu için eş, dost, akraba benim de “Veteriner” olmamı bekliyordu. Doğrusu ben de hevesliydim. Ancak Veteriner Fakültesi’ni kazanamadım. 1979-1980 öğretim yılında Fırat Üniversitesi Fen Fakültesi Botanik Bölümüne girdim.
O vakitlerde Fen ve Edebiyat fakülteleri birim olarak ayrıydı. Yani ayrı fakültelerdi ancak, binaları aynıydı. Bu bina Veteriner Fakültesi’nin eski binasıydı. Binanın giriş katındaFen Fakültesi Dekanlığı, ikinci katında Edebiyat Fakültesi Dekanlığı vardı. Orta kat ise, sanırım, ortak kullanılıyordu.
Beyaz önlük hevesi bitince, kurbağa kesmek, böcek toplamak bana cazip gelmemeye başladı.
Bir gün Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’nın olduğu kata çıktım. Sekiz yarıyıllık ders planlarının bulunduğu panoyu gördüm. Panoda asılı bulunan. Antropoloji bölümünün ders planını inceledim. Antropoloji ilmini Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ’in kitaplarından biliyordum. Dikkatimi çekmiş ve araştırmıştım. Ders planında Halk Bilimi, Maddȋ kültür v.b. gibi dersleri de görünce; “Ben bu bölümde okumalıyım” dedim.
Prof. Dr. Osman ERSOY Edebiyat Fakültesi Dekanıydı. Kendisini ziyaret ederek niyetimi söyledim. Antropoloji bölümünden mezun olursam nerelerde iş bulabilirim diye sordum. Osman Hoca yüzüme bakıp alaycı bir ifadeyle;
- “Oğlum sen deli misin, divane misin? Öğrenciler tekrar sınava girip Fen fakültesine girmeye çalışıyor. Sen ise Fen fakültesini bırakıp buraya gelmeye çalışıyorsun”dedi.
Hasılı antropoloji mezununun geleceğini öğrenemeden Dekan Hoca’nın yanından ayrıldım. Kararlı bir şekilde o yıl ilk defa gerçekleşen iki aşamalı Üniversite (ÖSYM) sınavına girerek Antropoloji bölümünü kazandım.
Edebiyat fakültesi çok kıymetli Hocaları ağırlıyordu. Bahaeddin Ögel, Kazım Yaşar Kopraman, Tuncer Gülensoy, Orhan Acıpayamlı ve daha birçok önemli isim vardı.
1981-1982 öğretim yılında Antropoloji bölümünde okumaya başladığımda, Halk Bilimi derslerimize giren genç bir asistan olan Mustafa Muhtar Kutlu dikkatimi çekmişti. Ben 23, Muhtar Hoca 26-27 yaşlarındaydı.
Elbette çok değerli Hocalardan dersler aldık. Ancak, Muhtar Kutlu başka bir Hocaydı.
Ders anlatışı, öğrenciyle iletişimi, güler yüzüyle bütün sınıfın sevgilisi olmuştu. Bütün sınıf dediysem toplam 24 kişiyle öğrenime başlamıştık ama sayımız 17’ye düşmüştü. Kalabalık bir sınıf olmaması hasebiyle Hoca-Öğrenci iletişimi daha kolay ve sıcaktı.
Muhtar Hoca kültüre bütüncül bakarken, olay ve olgulara bir mühendis gibi kalitatif yaklaşan ve kantitatif yaklaşımıyla analitik düşünen biriydi. Bir nevi ezber bozuyordu. Bu sebeple sahaya gerçekten ilgi duyan birkaç öğrenci olarak Muhtar Hoca’nın derslerini kaçırmıyorduk.
Ben diğer öğrencilerden birkaç yaş büyük olduğum için Hocayla ilişkimiz daha farklıydı. Önceleri Halkevi’ne, Halkevleri kapanınca EFTUD’a gelip bilim sohbetleri yapıyordu. Ondan cesaret ve destek alarak önce Halkevi, sonra da EFTUD’da Halk Bilimi, Tarih ve Antropoloji Kürsülerini kurduk.
Bizi devamlı olarak alan araştırmalarına teşvik ediyordu. Kendisinin bir ayağı hep alandaydı. Nitekim çevrede önemli alan araştırmaları yaptı ve bunları yayımladı. Onun dimağımıza yerleştirdiği ışık sayesinde bilimsel derlemenin nasıl yapılacağını öğrendik. Sedat Veyis ÖRNEK Hoca’nın derleme fişlerinin aynısı bastırarak köylerde araştırmalara gittik. Bu çalışmalarımı yayımladık.
Kendisi Elazığ’ı çok seviyor, Elazığlılara değer veriyordu. Bir konuşmasında; “Rahmetli Hocam Sedat Veyis Örnek ben Elazığ’a giderken, o dönem Elazığ Fırat Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi himayesinde gelişiyordu. Dekanları, yönetim kurulu, fakülte kurulları Ankara’da Dil Tarih’te oluşuyordu. Ve biz Dil Tarih’ten, sınavla atanmıştık. Göreve giderken, rahmetli Hocam (Sedat Veyis ÖRNEK) demişti ki Muhtar, laboratuvara gidiyorsun Elazığ, senin sermayen olacak demişti. Gerçekten de öyle oldu çok şeyler kazandım, çok dostlar edindim, çok arkadaşlar edindim. Çocuklarım, Elazığlı oldu; ben doktora çalışmamı, Sosyal Bilimler Enstitüsünde, hocaların yokluğunda kurulların zor kurulduğu dönemde, oraya sundum. Sosyal Bilimler Enstitüsünün ilk doktorlarından birisiyim. Şavaklılarla çalıştım. Çalışmam, bugün de alanımızda önemli bir eser olarak kabul ediliyor. Hala süren arkadaşlıklarım, öğrencilerim, dostlarım var. Elazığ’ın hem benim hem de ailemin hayatında bu kısa ömrümüzde çok büyük bir yeri vardır, çok büyük değeri vardır. Her zaman en iyi duygularla, en güzel duygularla yâd ederim Elazığ’ı. Çok sık gelemedim ama en son sanıyorum rahmetli Fikret Memişoğlu’nun anma toplantısında Elazığ’da olmuştum. Üniversitemiz, bizim başladığımız yıllarda yanılmıyorsam 11 asistandık. Edebiyat Fakültesinde başımızda iki tane doktoralı asistan vardı. Ne doçent vardı ne profesör vardı. Yayın güçlüklerimiz vardı, kütüphane güçlüklerimiz, vardı. Hepsini aştık Allah’a şükürler olsun. Kendi üniversiteme 1994’te döndüm ama Şavaklıları çalışmam Tunceli’deki çalışmam, Elâzığ’daki akademik hayatım, sadece akademik personel değil sivil hayatta da çok değerli dostlarım oldu esnaftan çok değerli dostlarım oldu. Hala onların büyük bir kısmıyla selamlaşıyor, haberleşiyorum. Bu benim için çok büyük bir zenginlik.” demişti.
Muhtar Hoca imzasını el yazısıyla M. Muhtar Kutluşeklinde atardı. İmzasını çok beğenmiş ve karalama şeklinde olan imzamı TürkerEroglu şeklinde atmaya başlamıştım.
Akademik kariyerimin her aşamasında ilk başvurduğum, fikrini aldığım bir Hocamdı.
Rahmetle andığım Hocam Prof. Dr. Tuncer GÜLENSOY danışmanlığında hazırladığım doktora tezimin savunmasında da Muhtar Hoca vardı.
1985-1990 yılları arasında Ankara’da çalıştım. Sonra 22 yıl süreyle farklı üniversitelerde görev yaptım. Ancak Hoca’dan hiç uzaklaşmadım. Zaten Kongre ve Sempozyumlarda bir araya geliyorduk. 2012 yılında Gazi Üniversitesi’ne atanınca daha sık görüşme imkȃnımız oldu.
Hoca hiçbir zaman karakterinden, şahsiyetinden taviz vermedi. Her sohbette sözü mutlaka Elazığ’a getirir ve özlediğini ifade ederdi. Sürekli Elazığ insanının misafirperverliğine ve yiğitliğine işaret ederdi.
Muhtar Hoca Elazığ’da dünyaya gelmemişti ama Elazığ’a Elazığ’da doğup büyümüş birçok insandan daha fazla hizmet etmişti. Maalesef 26 Haziran 2025 tarihinde Hak’k’a yürüdü.
Nur içinde yatsın.
Unutmayacağız.