Geçtiğimiz hafta Turan Gazetesindeki bir haberde “24 Ocak 2020 depreminde hasar gördüğü gerekçesiyle ibadete kapatılan 324 yıllık Elazığ Aksaray Eski Saray Camisi 4 yıldır restore edilmediği gibi, önce talan edildi sonra elektrik kontağından çıkan yangınla küle döndü. Aksaray halkı; 'cami yok minare var, namaz kılacak yer yok ezan var' derken şehrimizin yetkililerinden ise bu konuda ne bir ses ne bir haber var!” tarihsel bir sanat yapıtının acı terk edilmişliği sorgulanırken okuyuculardan bir yorumda “Elazığ’ın her tarafı cami okullardan söz edin!” yergisini gördüm. Elazığlının bu bilinçte olması güzel aslında ama gazetenin buradaki vurgusunun ibadethanenin kapalı olmasından çok tarihsel yapılarak karşı olan duyarsızlık olduğunu anlamak gerekir. 400 ya da 1000 yıllık bir cami ile günümüzde betondan yapılan estetikten yoksun camileri aynı gözle görmemek de insanlık bilincinin gereğidir.    

Bilindiği üzere Anadolu’daki en eski camilerden biri olan Harput Ulucami de gözümüz gibi korumamız gereken bir kültür mirasımız iken bu caminin çevresini de beton yığınlarıyla doldurduk. Bu yazıda ben bu olağanüstü tasarlanmış caminin sanatsal anlamda da en dışarıdan bakıldığında en dikkat çeken yeri minare bölümünü değerlendirmek istiyorum. 
Ulucami minaresi yapının en değer özeliği ve Harput’un simgelerinden biridir. Minare, caminin batı kapısının arkasındaki şahından yükselir. Kaide kısmı kare plânlıdır. Burada aynı za¬manda çıkış kapısı da bulunur. Zamanla çok yıkımlara uğramış, sürekli onarımlar geçirdiğinden kare gövdeye geçiş biçimini anlamak güçse de, Selçuk üçgenleriyle geçil¬diğini benzerlerine bakarak anlamak mümkündür. Kaide de süsle kesme taş-gamalı haç bi¬çimi tuğlalarla yapılmıştır. İçi bezekli sağır nişli tuğla süsleme izlerini sezmek müm¬kündür. Gövde tuğladan ve tipik Selçuk yapı tarzına göre yükselmiştir. Damdan da mi¬nareye giriş kapısı bulunur. Minare XIX. yüzyıldaki depremlerde önemli değişiklikler geçirmiş kalın göv¬desi eğrilmiş ve güçlendirme olarak hemen üstünde yükselen alttan çokgen bir çerçeve yapmış bulunan harçla karışık kaba duvarı bu minareyi az da olsa korumaktadır. 
 

Bu yüzyılda iki kez büyük onarım geçiren Ulucami’nin büyüklüğüne göre şimdiki minare küçüktür. Eğrilen minareyi yeniden yıkarak yapmak yerine eski biçiminin az da olsa korunması düşünülerek onarıldığı ya da yarısı yıkılsa da kalan kısmı korumak amaçlı bırakıldığı akla yakın gelmektedir. Buradan XIX. yüzyılda bile günümüzdekinden daha çok tarihsel yapılara önem verildiğini ve korunduğunu anlamak gerekir. 

İtalya’nın dünyaca tanınmış Pisa kulesinde de uygulanan yöntemle, burada da minare gövdesine şerefe yapılırken, eğik tarafın tam aksine olan yöne eğim verdirilerek hem yapı statiği hem de estetik düşünülmüştür. Şerefe üstü külahına kadar yine ters yönde yapılmış ve böylece minare günümüze değin gelmiştir. 

Burada bir öteki izlenimimiz, Ulucami’nin kalın-yarı aydınlık havası içinde, minaresinin uzun ve gözetleme kulesi gibi yapıldığıdır ki, kalın gövdesi bakımından da bunu görmekteyiz. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi’nde beğendiğini söylediği minarenin ancak alt yanı zamanımıza ka¬dar gelmiş bulunmaktadır.

Biz eğri minareli cami olarak bir tek Ulucami’yi görsek de, minaresi eğrilmiş durumda Anadolu’da Selçuklulardan kalma Sivas Cami, Siirt Ulu Cami, Aksaray’da kızıl minareli cami, Ankara Samanpazarı Arslanhane camilerini de sayabiliriz. Ancak kalın göv¬desi ile Harput Ulu Cami minaresiyle; aynı malzemeyle yani tuğladan yapılma Siirt Ulu Camisi minaresi ve  minareden çok gözetleme kulesi olarak yapılmış Erzurum Saat Ku¬lesi arasında yapısal benzerlikler bulunur. Her üç yapıt da yakın dönemlerde yapılmış ve Türk-İslam geleneğinin ürünleridir. Siirt ve Harput camilerinin kubbeleri arasında da bir bağıntıdan söz edilebilir. 

Ulucami minaresinin tuğla süslemeleri tüm bedende aynı değildir. Alttan üste doğru kat kat çeşitli tuğla dizimleri bulunur. Altta uzun tuğlalar ve arasında (baklava inci-baklava-inci) dizimi şekli de eski dönemlerden beri çok sevilerek kullanılmış örgelerdir. Üstünde de birkaç sıra yine tuğla örgesinden sonra altı adet yanyana gelmiş üçgenler ve bunları dıştan çeviren oval örgü çok başarılıdır. Bunlar uzaktan birbiri içine girmiş karışık örgeler biçiminde tam Doğu kültürü anlayışında işlenmiştir.
                                             
Kaynak: Prof. Dr. İlhan Akçay, Harput’ta Ulu Cami, Yeni Fırat dergisi, 27. Sayı, Mayıs, 1966, sayfa 17-18