Eski gazetelerin yazarlarına ‘Fıkra Muharriri’ denildiğini biliyoruz. Şimdi ‘Köşe Yazarı’ denilmektedir. Fıkra, anlatılmak istenen düşüncenin özlü, kısa, etkili bir şekilde mizah yolu ile anlatılmasıdır.  Şimdilerde mizah dilini kullanan kalmadı. Gülmek tebessüm etmek bir ihtiyaçtır. Ekmek gibi su gibidir.

     Eski gazetelerin köşelerini yazanların büyük kısmı okuyucuyu tebessüm ettirmeyi vazife kabul etmiş gibi yazarlardı. Koyu ideolojik düşüncesini bile tebessüm ettirerek yazıya dökerdi. Hayatın akışı içindeki hadiseleri tebessüm ettirerek okuyucuya aktarmak için her hadiseye bir fıkra ile irtibatlandırırlardı. Yaşı uygun olanların Çetin Altan, Burhan Felek, Aziz Nesin, Ahmet Kabaklı, Necip Fazıl Kısakürek, Ergun Göze yazılarını hatırlarlar. Daha eskilerden Peyami Safa, Ahmet Rasim ve daha başka yazarların edebi sanat kokan yazılarını şimdilerde bulmak hayli zordur. Bizim neslin ekseriyeti sabah gazetelerin fıkra yazarlarını okumadan güne başlamazlardı. Tefekkür yüklü yazıları kendi arlarında tartışmaktan da geri durmazlardı. Ne olduysa küreselleşme adı verilen yeni akım sayesinde oldu. Her türlü bilgiye hızlı ulaşmak gibi bir imkânın varlığı aslında olumlu bir katkı sağlaması gerekirken tam tersi bir hayat tarzının ortaya çıkardı. Neden mi? Hemen söyleyelim. İnternete bakarak sizin yazdıklarınız ve söylediklerinizi yalanlayan bilgilerle karşılaştıklarındandır. Oysa o bilgileri yazanların da insan olduklarını düşünmeleri gerekir. Yeni nesil eskiyle olan bağlarını koparmasa da çok da ilgili olduklarını söyleyemeyiz. Bu durumu bir tek sebebe bağlamak doğru olmaz. Sözlü bir kültürün mirasçıları olarak yazılı kaynakları çok da kullanmadığımızdan duyduklarımızla iktifa etmemiz ayrı bir sorunun varlığını gösterir.

     Önümüzde bir seçim var. Adaylar kapı kapı dolaşarak kendilerini tanıtıp oy devşirmeye çalışıyorlar. Hangi patiden kimin aday olduğu konusu herkese göre değişen yorumları dinliyoruz. Normal zamanlarda adından hiç bahsedilmeyen bir aday olunca hakkında dedikodu furyası başlar. Dedikodu yapanlar eğer aday seçilirse en yakınında yer alması kimseyi şaşırtmasın. Bizdeki politikanın tabiatında da bu var. Sistemin düzgün işlememesi bu sonucu doğurmuştur. Halkın temsilcilerini seçilenlerin halk tarafından seçilmesi istenmesi başka bir garabet olduğu ortadadır. Ancak buna kimsenin de itiraz ettiği yoktur. Şikâyetçiler her zaman var ancak çözüm makamındakilerin buna çare arama dertleri yoktur. Yük yine halkın omuzlarına yüklenir. Yazıya fıkra üzerinden başlamıştık. Fıkra muharrirlerinin yazdıklarında elbette politik düşüncelerde vardı. Edebi sanatların ve güzel dilimizin zengin kelimeleriyle fikir derinlikleri bulmak mümkündü. Hasan Pulur’ un Erzurum fıkraları ile süslediği yazıların tadında şimdikilerde bulmak mümkün mü? Önümüzde seçim var. Aslında kararımız verdik sandığın gelmesini bekliyoruz. Ancak seçeceklerimizi bir defa daha düşünmek gerekir.

     Meşhur bir fıkra ile bizde meramımızı anlatalım. Ölmek üzere olan bir deve dile gelmiş ve sahibinin kendisini ziyarete gelmesini istemiş. Ne yapacaksın diye sormuşlar. Ölmek üzereyim son sözlerimi söyleyeceğim. Belki de benden helallik isteyecektir. Çevredekiler deveyi kırmayarak sahibi getirmişler. Deve sahibine dönerek konuşmaya başlamış.

-Benim üzerime yıllarca taşıyabileceğimden daha fazla yük yükledin. Hiç sesimi çıkarmadım. Bu deve bu yükü taşıyamaz diye düşünmedin. Yükün üzerine kendin de bindin. Elindeki, kırbaçla bacaklarıma bağrıma vurdun canım çok acıdı. Aşılmaz çöllerden seni geçirdim. Sırtımdan çok para kazandın. Şimdi ölüyorum buna rağmen sana hakkımı helal ediyorum. Bir defasında yavrumu yanımda kesip yediniz. Hiç sesimi çıkarmadım. Yine de hakkımı helal ediyorum. Ama bütün bunların yanında hiç yük taşımayan ve devamlı önümüzde çıkardığı kokularla yol boyunca bizi bunaltan eşek var ya işte onu önümüzde yürüttüğün için sana hakkımı helal etmiyorum.

     Hakkımızı helal edebileceklerimize kendimizi emanet etmeliyiz. Denenmişleri denemeyelim. Seçtiklerimizden memnun olmazsak tekrar değiştirelim. Bizim sisteme katkımız ancak bu şekilde olur.