Tarihimizin satırlarına dokunan her parmak, bir zaferin yankısına değmeden ilerleyemez. Milletimizin mazisi, gökyüzüne çivilenmiş yıldızlar gibi parlayan zaferlerle süslenmiştir. Her günü bayram ilan etsek yine de bu coşkuya yetmez; çünkü bazı anlar vardır ki, bir milletin kaderini değiştiren eşiğe işaret eder. İşte ağustos ayı, yalnızca takvimin bir durağı değil; tarihimizin altın harflerle yazıldığı büyük bir eşiktir. Bugün soluduğumuz özgürlük, işte o eşiğin ardından açılan kapının nefesidir.

Türklerin Anadolu yolculuğu, basit bir göç hikâyesi değildir. Asırlar öncesinden Orta Asya bozkırlarında filizlenen bir çınarın, Anadolu toprağında yeniden kök salma iradesidir. Türk soyunun Anadolu’ya son gelişi olan Malazgirt, bu çınarın köklerini toprağın derinliklerine bırakmış, Miryokefalon ise dallarının göğe yükselişini mühürlemiştir. Kimi tarihçiler bu destanları küçümsemeye çalışsa da hakikatin güneşi perdeyle örtülemez. Milletlerin kaderini günübirlik hevesler değil; asırlar boyunca kan, iman ve alın teriyle örülmüş zaferler belirler.

Ağustos, yalnızca bir yaz mevsiminin sıcağı değildir. O, toprağın kızıl bir kor gibi yandığı, milletin yeniden doğduğu bir diriliş ayıdır. Malazgirt’te açılan kapı Anadolu’yu ebedî vatan kıldı; asırlar sonra Sakarya’da milletin iradesi çelikleşti, Büyük Taarruz’da toprağın bağrından fışkıran özgürlük dalgaları düşmanı küle çevirdi. Bu ay, geçmişimizi hatırlatmakla kalmaz; geleceğimizin pusulasını da gösterir.

Tarihimiz Ağustos ayında bize farklı sahneler sunar. Akdeniz’in mavisi Kıbrıs’ta hilalle ışıldadı; Mohaç ovasında yıldırım gibi çakan ordular Avrupa’yı sarstı. Tuna kıyılarında Belgrad, yeni bir bayrağın gölgesiyle tanıştı; Mercidabık’ta hilalin ufku Şam’a kadar uzandı. Çaldıran’da iki Türk hakanı karşılaştı; Otlukbeli’nde ise kader sahnesinde buluştular. Her zafer, yalnızca bir savaş değil; milletimizin tarihî imtihanlarının birer sembolüdür. Kimisi Haçlılara karşı verilen varoluş mücadelesi, kimisi coğrafyamızda hâkimiyet sınavlarının ürünüdür. İşte tarihin cilvesi budur: dışarıda varoluş mücadelesi, içeride iktidar sınavı.

Millî dayanışmanın en büyük vesilesi, gurur kaynaklarımızdır: bayramlarımız. Her ihtiyaç duyduğumuzda başvurduğumuz, hatırlayıp güç aldığımız bu kaynaklar, millî şuurun en diri unsurlarıdır. Onları diri tutmak, yaşatmak her vatandaşın sorumluluğudur. Her Türk, kimseden icazet almadan; dilinin ve elinin yettiği her yerde, geçmişin ilhamını geleceğe taşımakla yükümlüdür. İşte ağustos ayının vasfı budur: milletin hem geçmişiyle hem geleceğiyle yüzleştiği, hafızasını tazelediği bir zaman dilimi.

Destan şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Malazgirt için yazdığı eserde gençliğe seslenir:
"Aylardan Ağustos, Günlerden Cuma,
Gün Doğmadan Evvel İklimi Rum’a"

Bu destan, gençliğimizin heyecanlı şiirleri arasında hâlâ yankılanır. Gençler, Malazgirt’in destanını yüreğinizde taşımayı unutmamalıdırlar. Her Ağustos siz de bu hafızanın bir parçasısınız. Çünkü Ağustos, yalnızca tarihî bir ay değil; millî bilincin yürekte yeniden filizlendiği, milletin ruhunu yeniden keşfettiği bir zamandır.

Ama Ağustos’un gücü yalnızca bireylerde değil; bir bütün olarak milletin damarlarında hissedilir. Her zafer, her mücadele, bu topraklarda yükselen her sancak; alın teriyle, kanla ve imanla yoğrulmuştur. Anadolu’nun dağları, ovaları, ırmakları, şehirleri yalnızca coğrafi varlıklar değildir; her karışında bir yiğidin nefesi, bir şehidin duası saklıdır.

Ağustos, sadece tarihî bir hatırlatma değil; ruhumuzun meditasyonudur. Milletin hafızasında yankılanan her olay, gençliğe ilham verir, yaşlıya hatırlatır, toplumun her ferdi için bir pusula olur. Millî dayanışmanın sıcaklığı, bu ayda daha yoğun hissedilir; göğsümüzde atan kalp, damarlarımızda dolaşan kan, ufkumuzda parlayan ışık, geçmişin ve geleceğin birleştirici sembolüdür.

Ve Ağustos her yıl bize aynı hakikati fısıldar:
"Senin varlığın, toprağa gömülmek için değil; göğe yükselmek içindir."

Her Ağustos, sadece bir mevsim değil; bir milletin hafızasının, tarihinin, ruhunun ve kalbinin doruk noktasıdır. Bu bilinçle her Türk, geçmişin şanlı sayfalarına bakarken gurur duyar; geleceğe bakarken sorumluluğunu hisseder. Ve her defasında anlar ki, zafer dediğimiz şey yalnızca kılıçla kazanılan bir sonuç değil; ruhun, tarihle yaptığı büyük bir antlaşmadır.

Zaferlerimizin kahraman Türk ordusunun süngülerinin ucunda kazanılarak bizlere hediye edildi. Onlar şükran ve minnet borcumuzu hiçbir zaman ödeyemeyiz. Ruhları şad olsun.