Türk Ocakları ülkemizin güzide sivil toplum örgütlerinden biri. Yüz on yılı aşan bir geçmişi var. Bu ülkenin harcında emeği olan birçok isim Türk Ocakları’ndan geçmiş. Verdikleri eserlerle düşünce dünyamıza büyük zenginlik kazandırmışlar.

Ancak Türk Ocakları’nın Elazığ için başka ve özel bir önemi var. 1925 tarihli Şeyh Sait İsyanı’nda Elazığ birkaç günlüğüne isyancıların eline geçer. Hüseynik’teki askeri cephane havaya uçurulur. Asker, komutanının dirayetsizliği yüzünden Elazığ dışına çekilir. İsyancılar talana başlayınca Elazığlı boş durmaz. Türk Ocakları’nın öncülüğünde örgütlenerek isyancıları Elazığ'dan kovarlar. Mastar Dağı’nın eteklerinde birkaç hafta süren çarpışmalar olur. Şeyh Sait ilk yenilgisini Elazığ’da alır.

O Türk Ocakları Türkiye'nin hemen her ilinde faaliyetlerine devam ediyor. Particilik yapmıyor, ayrıştırıcı bir yol izlemiyor. Partiler üstü durmayı tercih ederek -Türk milliyetçiliği için- önemli bir odak olmaya çalışıyor. Düşünce üretmeye, ülke sorunlarına çareler bulmaya çalışıyor. İyi de ediyor.

Ocak, İlimizde de Vahit Dabak Başkanlığı’nda önemli çalışmalara imza atıyor. Periyodik konferanslarla davası ülkesi ve inançları olan bir neslin yetişmesine öncülük ediyor. Biatçı bir gençlik yerine akıl ve ilim yolunu tutan, dünyaya Türk’ün ve İslâm'ın penceresinden bakan bir gençliğin ruh mayalayıcısı olmaya çalışıyor. Bilhassa gençlerin bu konferanslara koşması gerekiyor. Bilgi silahların en güçlüsüdür. Ülkemizin her şeyden önce -bilgi fatihlerine- ihtiyacı var. Bu tür ocaklar çoğalmalı ki bu ülkenin yaralarını saracak gençler çoğalsın. Çok yaramız var, ne kadar çoğalırsak yaralarımızı o kadar çabuk sağaltırız.

ÖNCE TÜRKİYE

Seçim sathı mailine girdik sayılır. Partilerde adaylar belirmeye başladı. Açıklayan, bekleyen, bir ışık bekleyen bir sürü isim var.

Demokrasilerde şartlarını taşıyan herkes aday olabilir, yadırgamamak gerekir.

Siyaset, fikirler, projeler üzerinden olursa hem yapanlara hem topluma seviye getirir. Ne yazık ki bizde böyle yapılmıyor. İnsanlar sorunlara, fikirlere odaklanacaklarına kişiliklere yöneliyor. Birbirinin paçasından çekerek, çelme takarak politika yapmaya çalışıyor. Fikirlere bağlanmak yerine kişilere bağlanıyor. Böyle olunca da benim adayım senin adayın çekişmesi başlıyor.

Zaman zaman teveccüh gösterip yahut farklı amaçlarla bizim ismimizi zikredenler de oluyor.

Hiçbir zaman milletvekili olmak gibi hayat/memat meselesi haline getirdiğim bir davam olmadı. Bugün de öyle. Tek kaygım devletimdir, Türk Milleti’dir, bu ülkenin refah ve huzurudur. Bunun için illa bir koltuğa gerek yok, birazcık insan olmak kâfi. Kaleminin mürekkebini vicdanından çekenlerden yazıp, çizerken buna dikkat etmelerini beklemek hakkımızdır. Vicdanından çekecek bir şeyi kalmamış olanlara ise diyecek hiçbir şeyim yoktur.

YA EMEKLİLER?

Ağır bir krizden geçiyoruz, temennimiz ülkenin bir an önce düzlüğe çıkmasıdır. Ülkeler, gücünü, kudretini, insanlarının huzurundan, mutluluğundan alır. Onun için Şeyh Edebali, "insanı yaşat ki devlet yaşasın" demiştir. İnsan nasıl yaşar? işte bütün mesele burada. Yarı aç yarı tok da yaşar, karnı tok, sırtı pek de yaşar. Ülkeyi yönetenlerin görevi insanlarımızın hayat kalitesini yükseltmek, refahı yaymak, gelir dağılımını adil bir hale getirmektir. Asgari ücret 8506 TL olarak belirlendi. Yeter mi? Yetmez mi? Buna vatandaş karar versin…

Ancak şunu söyleyebilirim, enflasyon devam ettikçe hiçbir zam kalıcı çözüm getirmez. Aldığınız maaş bugün yeter, yarın yetmez.

Krizin tekerleri arasında en çok ezilenlerin başında emekliler geliyor. Hele Bağ-Kur emeklileri. 3500 TL taban maaşla insanlar ekmek çay ihtiyacını bile gideremezler. Doğru olan taban maaşın asgari ücret düzeyine çıkarılmasıdır. Çünkü bu rakam asgari geçim şartlarına endeksli bir maaştır. Ama imkânımız yok deniliyorsa önce israftan, şişirilmiş ihalelerden vazgeçilmelidir. Bu ülkenin imkanları vardır, yeter ki doğru yönetilsin.  Artık çalışamaz hale gelmiş insanlarını çaresiz bırakmak sosyal devlete yakışmaz. Emeklilerimizi sefaletten kurtaracak bir düzenleme şarttır.