Harput’a gitmek istediğinizde yokuş tırmanarak çıkabilirsiniz. Yürüyerek gidebilirseniz badem ağaçları, çalılık ve otlar arasında çoraplarınıza tırmalayan hatta yırtan dikenlerden kurtulamazsınız. Bu arada şansınız varsa menengiç ve yaban incirine rastlayabilirsiniz. Eski patika yoldan gidip gelenlerin izleri artık silindiğinden kendinize yeni yol güzergâhı bulurken ayakkabınızın içine kumlar da girer. Dik yokuş sizi yorduğundan gözünüze kestirdiğiniz bir taşın üzerine oturup biraz rahat soluklanabilirsiniz.  Bu sırada ayakkabılarınızı temizlerken ardınızda bıraktığınız mesafeye dönüp bakarken bütün yorgunluğunuz gider kendinizi bahtiyar bir insan olarak hissedersiniz. Bahar aylarında iseniz yakınlarda uykudan uyanan iğdelerin kokuları ile sermest olabilirsiniz. Olmadı badem çiçeklerinin bütün bir yamaçta bir çarşaf gibi serildiğine bakarak gözlerinize ziyafet çekebilirsiniz. Nedenini bilemediğiniz bir gönül ferahlığı içinizi kaplar. Dizlerinizde derman varsa Harput’a çıkmayı yürüyerek deneyebilirsiniz. Eski Harput’ ta oturanların Mezre’ de bulunan bağlarına bahçelerine tarlalarına inip çıktıklarını biliyoruz. Bu yolun üzerinde bulunan çeşmelerin varlığını şimdilerde görebilir miyiz bilmiyorum. Gençliğimde Harput’ a iki defa yürüyerek çıktığımı biliyorum. Bir keresinde bir Şehidimizi bütün bir Elâzığ omuzlarımızda taşıyarak çıkarmıştık. 1976 yılının mayıs ayı olarak hatırlıyorum. Tabutu taşıyanların ucu Harput’ a dayanırken arkasından gelenler Elâzığ’a kadar dayanıyordu. Bir akarsuyun taşıdığı fazla su sel olarak yokuş aşağı iner gibi inerken bu insan seli yokuş yukarı doğru adeta taşıyordu. Eski patika yollar üzerinden atlar, merkepler, beygirler katırlar ne yükler taşıdılar kim bilir? Virane olmuş Harput’ ta şimdilerde külliye adı altında absürt beton yığını binalar inşa edildi. Harput’ a çıkan yolların izini dahi bulmanın imkânı kalmadı. 
     Beton binaların bu yolların üzerinde çoktan yükseldiğini eskiler biliyor. 
     Meramım Harput’ u anlatmak değildir. Bunu yapan çok değerli üstatlarımız araştırmacılarımız vardır. Hala yapmaya gayret eden arkadaşlarımız vardır. Ne kadar araştırırlarsa o kadar çok kültür hazinesine kavuşacaklarını da biliyorum. Bunlardan biri Sedat Çağlıyan’ dır. Sedat Çağlıyan kendi imkânları ile geleceğe çok mühim eser bıraktığının farkında mıdır doğrusu bilmiyorum. Ancak, akademik destek almadan kendi imkânları ile yaşadığı çevrenin tarihine ışık tutması ile atide hayırla anılacağından şüphem yoktur. 
    Yukarıda Harput’ a yürüyerek çıkmanın zorluklarından yukarıda biraz bahsettim. Konumuz Harput olmasa da bir zamanalar Harput’ un bir mahallesi olan Hüseynik köyüdür. Bir köyden ne çıkar demenin son derece yanlış olduğu Hüseynik kitabından da anlaşılmaktadır. Sedat Çağlıyan bunu sağlayarak tarihe ışık tutmuştur. Mezre’ den yürüyerek Harput’a çıkanların Kuzey Batı yönünü tercih etmeleri halinde Hüseynik köyünü yukarıdan temaşa etme imkânları olmaz. Ancak Güney doğu yolunu tercih etiklerinde bu şansı bulabilirler. Şimdilerde virajlı ancak lüks asfalt yol ile Harput’a çıkma imkânı sağlanmıştır.
     Aracınız ile Harput’a doğru çıkarken de rampa tırmanırsınız. Son virajlardan birini dönerken sağınızda çok aşağıda kalan yeşillikleri içinde evlerin sadece çatılarının göründüğü yeşillikleri delen tek minaresi ile önce camiyi sonra da bazı evleri görünce bir köyün olduğunun farkına varırsınız. Araç kullanıyorsanız eğer bunu görme imkânınız pek olmaz. Burası Hüseynik köyüdür. Yolcuların çok dikkatli bakmaları halinde görebilecekleri bir yerleşim yeridir. Harput vilayet merkezi olduğu zaman buranın bir mahalle olduğu kayıtlarda vardır. Harput’ un mahallesi daha sonra da Elâzığ’ a bağlı köy olmuştur.
     Kadim bir yerleşim yeri olan Harput’ a ait bu köyün aynı zamanda Harput kültür, ticaret ve sanayisinin devamı olduğu son zamanlarda yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştır. Gençliğimde bu köye birkaç defa gittiğimi ve kahvelerinde konuşmalar yaptığımı hatırlıyorum. Hareketli bir nüfusu vardı. İnsanlarının efendilikleri ve misafirperverliklerini hiç unutamadım. Yıkılan Harput’ u temsil ettikleri bu şekilde anlaşılırdı. Harputlu olmak sorumluluk yüklenmek anlamına gelirdi. Sanat, ticaret, giyim kuşam hasılı hayatın her alanında farkını Harputluda görmek mümkündü. Harput yıkılıp insanlar ovaya inince bu özelliklerin bir kısmının törpülendiğini herkes ifade eder. Bende yaşlılarımızdan bunları çok dinlemişimdir. Harput’ u önemli kılan sahip olduğu değerlerdir. Kale etrafında gelişen kültürün bir de saray eklendiğinde çevreyi kendisine bağladığını söylemek zor değildir. Bu konuda yazılanların bir kütüphane dolusu kadar olduğunu biliyorum. Ancak Harput’ un bir mahallesi olarak ömrünü uzatan Hüseynik köyünün varlığının da beton binalara boğulduğunu görmek insanın içini acıttığını söylemeden geçemeyeceğim. 
     Yolu asfalt olmadan araçla gittiğimi hatırlıyorum. Aracımız arkamızda uzun bir toz kervanı meydana getirmişti. Ekinlerin sarardığı bir zamana denk gelmişti. Sağlı sollu uçsuz bucaksız tarlalar arasından geçerken aracımız ekinlerin arasında kaybolmuştu. Sonra bahçeler, bağlar ve çeşmeler. Kendi kaynağı ile beslenen çeşmelerden avuçlarınızı suyun lülesine önüne koyarak istediğiniz kadar içebilirdiniz. Havuzlu bahçelerin ve bağların arasında köy evlerinin insanı gibi mütevazi gösterişsiz ve bir o kadar sağlam taş binaları dikkatinizi çekerdi. Sanki yıkılan Harput Hüseynik’ e taşınmış gibi düşünmekten kendinizi alamazdınız. 
     Hüseynik Harput’ un anahtarıydı daha doğrusu kapısıydı. Bütün ticaret yollarının geçtiği yol buradan sağlanırdı. Güneyden, doğudan ve batıdan gelen kervanların geçeceği yer Hüseynik idi. Harput, Anadolu’ da bir kavşak ise Hüseynik’ de Harput için bir kavşaktı. Sonra ne mi oldu? Anadolu’ da birçok şehir gibi nasıl ki çimentolara mağlup olduysa Hüseynik’ de öyle oldu. Daha fazla direnemedi. Bağlar, bahçeler, çeşmeler, konaklar göz açıp kapayıncaya kadar arsa olup çıktılar. Harput’un Hüseynik’ i yok oldu. 
     Telgrafçı Akif türküsü olarak bilinen Türkünün hikâyesini burada yazmak istemiyorum. Sedat Çağlıyan Hüseynik isimli kitabında yazdı. Bu kitabı bir çırpıda okudum. Bir köy için yazılan bir kitap olur mu? olmuş bile. Hüseynik isimli kitap adeta bir köy üzerinden Harput coğrafyasının neredeyse tamamına yakını üzerinden kaleme alınmış muhalled bir eser olarak ortaya çıkmıştır. Telgrafçı Akif ile ilgili bilgileri bu eserde bulabileceğiniz gibi ekinlerin boyları arasında kaybolan aracınızın geçtiği yol yerini duble yollara bırakmıştır. Burayı daha önce görenlerin buradan geçerken gözlerini kapamalarını ve öyle geçmelerini tavsiye etmekten başka çaremiz de kalmadı. Ya da dönüş yolunda gözlerinizi açarak çevreyi seyrederken hayıflanıp yaşadığınız anın ruhsuzluğuna kızabilirsiniz.
     Bir türküden bir kitap çıkar mı? Çıkar. Sedat Çağlıyan tarafından yazılan ve belgelere dayalı bir köyün bütün hikâyesi kendi yaşadığımız köyü kesinlikle bize de hatırlatır. Hepimizin bir köyü vardı. Eski köylerimizi elbette anar ve özleriz. Hüseynik bir roman değildir. Ancak bir romandan daha akıcı ve meraklıları için ilginç bilgileri ihtiva ettiğini söylemekte hiçbir mahsur da yoktur. 
     Sedat Çağlıyan’ ın başka eseri var mı bilmiyorum. Köyünü seven bir insanın topraklarını, coğrafyasını, bitkilerini, evliyasını, çeşmelerini, türküsünü, konaklarını, hayat tarzlarını ve geleneklerini bir çırpıda okuyarak kendi köyünüzü düşünerek acaba bizim köyden bir farkı var mı? Bu sorunun cevabını kitabı okuduktan sonra verebilirsiniz.
     Münbit sulak tarlalarında devasa binalar yükselmiştir. Yazar bu binaların köyünün tarlalarında yükselişini acı duyup duymadığını bilemiyoruz. Ancak, yazdıklarından acısını içine atmış gibi görünmektedir. Söylesem ya da yazsam ne değiştirebilirim diye düşünmüş olabilir. 
     Kitabı ilginç kılan taraflarından biri de Hüseynik’ de yaşamış olan ailelerin nereden geldikleri ile ilgilidir. Burada Ermeni varlığı da biliniyor. Ancak, konakların içinden gelen piyano seslerinin varlığı ya da kilisenin piyanosundan çıkan notaların varlığı hiç kimseyi rahatsız etmemiştir. Minareden yükselen metalik olmayan usullü ezan da kimseyi rahatsız etmemiştir. Minarenin ve caminin yapımında Ermeni ustaların çalıştığı da biliniyor. İpek böcekliği veya körüklü faytonun varlığı Hüseynik için ayrıcalık olarak görülebilir. 20. Yüzyılın sonlarına doğru gelişen bazı sanayi ürünlerinin varlığı bütün çevrenin dikkatleri toplamasını bilmiştir. Zamanında çok insan Harput’ a çımadan ihtiyaçlarını Hüseynik’ te karşılamıştır. Hüseynik kitabını okurken geçmişte nasıl bir hazineye sahip olduğunuzu anlıyorsunuz. Elebette hazine sadece para altın veya mücevher değildir. Kültür hazinesi bütün hazinelerden daha değerlidir. Hüseynik’ in sahip olduğu kültür hazinesinin Anadolu Türklüğünün ilk izlerini taşıdığını söylemek hakkı teslim etmektir. Anadolu’ ya gelerek batıya giden veya az da olsa batıdan gelip doğuya yerleşen her Türk boyunun Hüseynik kültür hazinesi ile ilgisi vardır. Yazarın tespitlerinde Hüseynik Harput için bir kavşaktır. Harput ise Anadolu’ da bir kavşaktır. İki kavşağın birleştiği bir noktada bütün bir Anadolu kültür hazinesi olduğunu ifade etmek mütevazilik olmaz. 
     Sedat Çağlıyan yazdığı eserle bir köy üzerinden bütün bir bölgenin tarih, kültür, coğrafya fotoğrafını önümüze koymuştur. Uzman isimlerin Sedat Çağlıyan’ ın kullandığı kaynakları incelemeleri halinde diyecekleri mutlaka vardır. Büyük bir sabır sonucu seçilen kaynakları taraması takdire değer olduğunu belirtmek lazımdır. Bir köy üzerinden bütün bir vilayetin tarihi ortaya çıkmaz. Hüseynik bir türkü olmaktan öte bütün bir coğrafyanın ağıtı gibi dilden dile gönülden gönüle akıp gitmektedir. Bir türkü sonrasında bir de kitap ile taçlanan köyün eski sakinlerinin beldeleri ile müftehir olmaları hakkıdır. Bu hakkı bundan sonra da Sedat Çağlıyan’ a borçlu olduklarını unutmasınlar.
     Sedat Çağlıyan ile Hüseynik’ in bir köyden daha fazla olduğunu anlıyoruz. Bir türkü ile Türkçe konuşulan bütün diyarlara adını duyurduğunu söylesek az bile söylemiş oluruz.  

Hüseynik Kitabı:  https://www.shopier.com/ShowProductNew/products.php?id=14961086  adresinden temin edilebilir.