Yazımın başlığı bir milletvekilimizin sözlerine ait. Siyasetçilerin görevi halkın istek ve taleplerini hükümete taşımak, sorunlarını çözmek için gayret sarf etmektir. Milletvekili demek milletin vekili demektir. Aksi söz konusu olsaydı milletin vekili denilmez, partinin, liderin, şunun bunun vekili denilirdi.

Ne yazık ki, bu ülkede seçilene kadar halkın sözcüsü olduğunu söyleyenler, seçildikten sonra partilerinin, liderlerinin sözcüsü olmakta, vatandaş her seferinde tercümansız, savunmasız kalmaktadır.

Türkiye ciddi bir ekonomik krizden geçiyor. Bunun en önemli sebebi tek adam düzeni, yanlış yönetim ve bir dönem gelen yabancı yatırımların üretim yerine betona yatırılmasıdır. Buna israfı, yolsuzluğu, kayırmacılığı da eklerseniz bugün niçin bu kadar sıkıntı çektiğimizi anlarsınız.

İnsanlar ay sonunu getiremiyor, faturalarını ödeyemiyor, temel ihtiyaçlarını bile gideremiyor. Döviz çıktıkça dövize endeksli her şey pahalanıyor. Buna rağmen Saray iktidarı hâlâ yanlış bir politikada ısrar ediyor. Birer yalan makinesinden farkı olmayan yandaş medyanın bunu dış güçlere fatura etmesi tamamen yalan ve sorumluluktan kaçmaktır. Sıkışınca dış güçlere, üst akıla, faiz lobisi gibi yalanlara sığınan bir yönetim ülkenin hiç bir sorununu çözemez.

Bugün sokağın çığlıkları arş-ı âlâ-ya çıkıyor. Bin beş yüz TL alan emekliler var. Asgari ücretin miktarı belli. Bu insanlar bu para ile nasıl geçinsinler? Bin beş yüz lira ile kira mı versin, elektriğini, suyunu, telefonunu, doğalgazını mı ödesin, tenceresini mi kaynatsın? Bu parayla geçinmek için sihirbaz olmak bile yetmez. Bu insanlar yakınıyorlarsa tepeden tırnağa kadar haklıdırlar. Onlara kızmak yerine bu problemin nasıl çözüleceğine kafa yormak gerekir. Siyasetçinin görevi, iki kilo kıyma yerine yarım kilo kıyma, iki kilo domates yerine iki domates alın demek değildir. Siyasetçinin görevi iki domates alabileni iki kilo domates, yarım kilo kıyma alabileni iki kilo kıyma alabilecek duruma getirmektir.

Partiler gelip geçicidir. Aslolan Türk Milleti’nin selameti, huzuru, refahıdır. "Komşusu açken tok yatan bizden değildir," diyen kutlu medeniyetin çocuklarıyız. Siyasetçimize düşen, vatandaşa az yiyin, karnınızı az doyurun demek değil, vatandaşın karnı doysun diye çaba sarf etmektir. Bu beyan yılların tecrübesine sahip bir siyasetçiye yakışmadı. Eminim o da pişman olmuştur, ama laf ağızdan çıktı mı dönüşü yoktur. Vekillerimiz biraz daha Elazığ'a dönük olmalı, Ankara'yı savunacaklarına her gün biraz daha fakirleşen insanlarımızı savunmalıdırlar.

DEPREM MAĞDURLARI

Elazığ büyük bir deprem yaşadı. Binlerce ev hasar görüp kullanılamaz hale geldi. Devletin görevi, milletin hadimi olmak, yere düştüğünde onu kaldırmaktır. Bu süreçte kimi ağır hasarlı olduğu için, kimi risk alanında olduğu için kentsel dönüşüm kapsamında binlerce ev yıkılıp yeniden yapıldı. Buraya kadarı güzel, lakin özellikle kentsel dönüşüm kapsamında yapılan evlerde birçok haksızlık ve şikâyet var. Doğru olan vatandaşın yıkılan evleri ile aynı yer ve emsalde ev vermektir. Kuralarda hiç bir kurala uyulmadığı için 2+1 evi olanlara 3+1, 3+1 evi olanlara 2+1 daire çıktı. Önceki evi ana caddeye bakan kör sokağa, kör sokağa bakan ana caddeye taşındı. Böyle daha birçok haksızlık, adaletsizlik yapıldı. Doğru olan herkese önceki evine uygun bir dağıtım yapmak, kuralarda ev nüfuslarını da dikkate almaktır. İki yüz metre evi olana doksan, doksan metre evi olana 200 metre ev vermek adalet değildir. Haksızlığa uğrayan vatandaşlarımız dinlenmeli, şikâyetleri dikkate alınarak mevcut haksızlıklar giderilmelidir.