“Sen benimsin
Ciğerparem, sevdiğim
Gülden ağır
Söyleyemem sana!
Saçlarına
Kızıl güller takayım
Salın da gel,
Bir o yana
Bir bu yana!

Yöremizin gurur kaynağı büyük ozan Enver Gökçe 1920’de Eğin’de doğdu. Çocukluğunda ailesi Ankara’ya göç edince, ilk, orta, liseyi ve ardından da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdiğinden, tüm okul yaşamı başkentte geçti. Yirmili yaşlarda yazmaya başladığı şiirleri ilk kez Yurt ve Dünya dergisinde yayımlandı. 1948’de Türkiye Gençlik Derneği’ne üye olduğu gerekçesiyle üç ay tutuklu kaldı. 1951’de büyük tevkifatta yeniden tutuklandı. Bu dönem tam iki yıl boyunca Sansaryan Han’da hücrede tutularak acımasız işkencelere uğratıldı.

Kısa ömrünün yedi yılı hapiste, iki yılı sürgünde, tamamı eziyetlerle geçti. Hücrede kaldığı dönemde sağlığı bozuldu ve bir daha da düzelmedi. Bu dönem başta Yusuf ile Balaban Destanı olmak üzere ürettiği, basılacak aşamaya gelmiş değerli çalışmaları, çevirileri ve şiirleri yok edildi. Bir dönem köyü Çit’e döndü, yaşamını orada sürdürmeye çalıştı, son günleri Ankara’da, Seyranbağları huzurevinde geçti. Ömrü boyunca uğradığı haksızlık ve baskıların sonucunda 19 Kasım 1981 günü 61 yaşında sağlık sorunlarıyla boğuşarak öldü.

Kendine özgü bir dili ve şiir yapısı olan Enver Gökçe toplumcu gerçekçi bir yol izlemiş, özgünlüğünü ömrü boyunca sürdürmüştür. Şiirlerinde Türkçeyi, Elâzığ, Kemaliye, Ağın, Keban yerel ağızlarını ve halk dilini, halk türkülerini kullanmakta olağanüstü bir başarı göstermiş, kendinden sonraki birçok ozana, belki de; yakın arkadaşı Ahmed Arif’e bile örnek olmuştur. Özellikle şiirde sesi en iyi kullanan Türk ozanlarındandır. Ayrıca, üniversite bitirme tezi olarak hazırladığı, “Eğin Türküleri” araştırması bugün bile kaynak gösterilen değerli ve öncü bir çalışmadır.

Yukarıda da belirttiğim gibi ilk şiiri “Köy­lü­le­rim” 1943 yı­lın­da “Yurt ve Dünya” der­gi­sin­de çıktıktan sonra Ülkü, Ant, Söz, Yer­yü­zü gibi der­gi­le­r­de­ (1945-1951) çe­vi­ri, şiir ve yazı çalışma­la­rı yayımlandı. Pablo Ne­ru­da’dan yap­tı­ğı çe­vi­ri­ler­de kullandığı dil ve arı Türkçe ile dikkat çekti. Gesino­viç, Pa­no­va ve Ömer Hay­yam’dan da çeviriler yaptı. Şiir ve ya­zı­la­rın­da Mus­ta­fa Gökçe, Meh­met Avaz, Aydın Ta­ta­roğ­lu gibi takma ad­la­r kul­la­ndı.

Ürettiği şiirlerde, çok sevdiği köylülerini, memleketini, işçileri, öğrencileri, kadınları, Anadolu insanını, türküleriyle, deyimleriyle, şarkıları, türküleriyle aktarmış, bireysel, öznel şiirden kaçınmıştır.

“Sana düşman oldum
939 harbi
Beni dostlarımdan ettin,
Beni mahzun ettin
Sefil ettin
Şair ettin!
Sana bin teşekkür
Büyük ızdırap
Bana sevmeyi
Bana hakikati
Bana insanları öğrettin.”

1951-58 arasındaki yedi yıllık hapishane döneminde Gökçe’nin yazdıklarının çoğu yitti, bu büyük ozan da uzun bir zaman eskisi gibi yazmadı, üretmedi. Son yıllarında, Yeni Adım­lar, Ya­rı­na Doğru, Doğ­rul­tu, Sanat Emeği ve Tür­ki­ye Ya­zı­la­rı gibi dergiler­de yeniden yazı ve şiirleri göründü.

Memleketi Kemaliye’nin Çit köyünde küçük bir müze açılan Enver GÖKÇE bundan 41 yıl önce 19 Kasım 1981’de Ankara’da bir huzurevinde öldü. Halk dilini, Türkçenin özünü, türküleri, ağıtları, deyimleri, sözcükleri şiirine olağanüstü yansıtmış ve öncü olmuş, namuslu, onurlu kimliğini, kişiliğini korumuş, yaşatılan acılara ve büyük yalnızlığına karşın şiirindeki çizgisini sürdürmüş, di­ze­le­ri­ni ku­rarken, im­ge­le­ri kul­la­nır­ken hep çağdaş şiir bilinciyle, Türkçenin önemini bilerek hareket etmiş; o “ber­ces­te mıs­raı” kısa yaşamında da sanatında da bize hissettirerek ürettiklerinin dünya durdukça var olacağını kanıtlamıştır.

Rahmet olsun…

icerik