Elazığ’a mavilik katan, haritada küçük ama Elazığlıların gönlünde yeri büyük ve herkesin bir anısının, hikâyesinin sahibi Hazar Gölü…

Elazığ’a 22 km uzaklıkta bulunan Hazar Gölü, Hazarbaba ve Mastar dağları arasında kalmış, ülkemizin yegâne güzelliklerinden biri.

Sivrice’nin geçmişine baktığımızda ise:

Bölge toprakları, Bizans döneminde Müslüman Arapların hücumlarına maruz kalmış, zaman zaman el değiştirmiştir. 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Türk toprağı olmuştur. Fetihten sonra, bölgeye hâkim olan çeşitli Türk beyliklerinin idaresinde kalan bu topraklar, 1234’te Alaaddin Keykubad tarafından Anadolu Selçuklu Devleti sınırlarına dâhil edilmiştir. 1243 Kösedağ Savaşı’ndan sonra İlhanlıların kontrolüne giren bölge, Fetret Devri’nde Dulkadiroğulları Beyliği’nin sınırları içerisinde kalmıştır. 1366’dan sonra Memlükler’in eline geçen bu topraklar, 1465’ten itibaren Akkoyunlu; 1507’den sonra ise Safevî Devleti’nin eline geçmiştir. 1514 Çaldıran Zaferi’nden sonra Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Bugün toplam 50 köyün ilçe merkezi olan Sivrice’nin kuruluş tarihi oldukça yenidir. 1933’ten 1940’a kadar Romanya, Yugoslavya ve Rusya’dan getirilen 6.000’den fazla Türk göçmen, ziraate elverişli düzlüklere iskân edilmişlerdir. Bunların çoğu Uluova’ya, bir kısmı Palu Ovası’na ve Karakoçan’a; içlerinden 92 kişi ise bugünkü Sivrice’ye yerleştirilmiştir.

Peki, “Hazar” ismi nereden geliyor?

Hazar isminin bu güzel göle neden verildiği elbette düşünülmüştür. Neden mi Hazar?

Rivayetlere göre, Azer, Hz. İbrahim’in babasıdır. Azer, Urfa civarlarında yaşayan Nemrut’un putlarını yapan bir usta olarak bilinir. Urfa’dan gelen Azer, sığındığı mağarada vefat etmiş; halk arasında ise Azer ismi verilmiş ve zamanla Azer ismi “Hazar” olarak değişmiştir. Hazar Gölü’nün adı da buradan gelmektedir.

Bir diğer rivayette ise, Hazar ismi; 1000 kişilik bir ordunun kar fırtınasına yakalanıp askerlerin donarak ölmesiyle, dağa “bin” anlamına gelen Hazar adının verildiği şeklindedir.

Yazı ve kışı ayrı güzel…

Kışın karlı yamaçlarıyla, yazın ışıl ışıl parlayan masmavi bir göl…

Mustafa Kemal Atatürk, 15 Kasım 1937’deki Elazığ ziyaretinde bu bölgeyi görür ve “Doğu’nun Yalova’sı burası” diyerek hayranlık duyar.

Gökyüzüne doğru yükselen dağa bakar. Adının “Hazar Baba” olduğunu öğrenince, Gölcük Gölü’nün adının “Hazar” olarak değiştirildiğini söyler. Köylüler etrafını sarınca Atatürk:

“Şimdiye kadar bu güzel yerleri görmede geç kaldığım için çok üzgünüm. Burada çok modern bir şehir kurduracağım. Doğu, Yalova’nın bir eşini bu kıyılarda görmüş olacak ve buraya medeniyet gelecek.” der.

Ulu Önder, Ankara’ya döndüğü zaman Sivrice için 500 bin lira ödenek konulmasını ister. Topoğraf ve istihkâm subayları ile mühendisler bölgeye gidip inceleme yaparlar. Devletin yapmaya teşebbüs ettiği projeler, Atatürk’ün vefatından sonra ne yazık ki tamamlanamaz.

Mustafa Kemal Atatürk bu güzelim coğrafya için “Doğu’nun Yalova’sı” demişti…

Memleketimi Yalova ile karşılaştırma şansına sahibim; 10 yıl Yalova’da yaşamışlığımın haklı bir hakkı var. Yalova’nın Marmara’da olması büyük bir kazanç. Ancak deprem yaşamış bir kent olarak hızla ayağa kalkabilmiş; farklı etnik kökenlere sahip halkı ve göç almasına rağmen…

Peki, Sivrice ve Hazar Gölü bir bölge olarak nasıl olmalıdır?

Bu sorunun cevapları oldukça fazla! Bu soruyu çocuklara, yetişkinlere, gençlere sordum: “Nasıl bir Hazar Gölü istersiniz?” dedim. Ve gerçekten çok güzel, hemfikir olduğum cevaplar aldım:

               •             Hazar Gölü’nde neden bir sahil ve yürüyüş yolu, bir bisiklet yolu yok?

               •             Bu göl bir batık şehre sahip; dalışlar yapılıyor ama gençlerin dikkatini çekecek, dalış eğitimi verecek merkezler neden yok?

               •             Bir belgesel çekimi, bir sinema çekim alanı neden olmasın?

               •             Göl kano turizmi için elverişli. İstanbul Boğazı’nda bile o yoğun deniz trafiğinde kano turları ve eğitimleri var; ama Hazar Gölü’nde neden hiç görmüyoruz?

               •             Gölün uygun bulunan yerlerinde kano eğitimi neden verilmesin ki?

Kalınacak yerlerin ve otellerin sayısı ve niteliği artırılabilir. Ama belirli ya da yenilenmemiş otellere mahkûm edilen tesisler var. Bir gölün imkânları sadece bir bölgenin insanına ayrılamaz tabii ki; ama sadece belli bir ilin halkının, Elazığlılardan çok bölgeyi kullanabiliyor olması ise can sıkıcı gerçekten.

Yaz döneminde bir “Hazar Gençlik Festivali” ya da “Gastronomi Festivali” düzenlenebilir. Ulusal ve uluslararası düzeyde bölgeye dikkat çekmek çok mu zor gerçekten?

Depremi yaşamış bir şehir olabiliriz ama yeniden ayağa kalkmak ve toparlanmak için sahip olduğumuz coğrafya, turizm ile tanıtılacak ve ekonomik kazanç elde edilecek bir memleket…

Bu coğrafyanın altı da üstü de tarih; her karış toprağı bize emanet.

Memleketimizin gençlerine bırakacağımız Elazığ bu kadar olmamalı. İl idarecileri, sivil toplum kuruluşları ve bizler sadece akıl veren, ahkâm kesenlerden değil; iş yapan ve üreten bir halk olmalıyız…