Dil, insanlık sürecinin kaynaklarından biridir. İnsana özünde ne verilmişse dille biçimlenir, dille gelişir, dille yaşar. Bilim ve insanlık tarihi, insanda dili varlık koşullarının birincisi sayan bilgeler görmüştür. Öteki canlılardan ayıran en temel özelliktir.                          

Dil geçmişi bugüne taşıyan, geçmişi ve kültürü bir kale gibi ayakta tutan bir varlıktır. Geçmiş, dilin ürünüdür. Tarih, edebiyat, bilim ve felsefe dilin çocuklarıdır. İlkel insanın mağarasına yaptığı resim ve işaretlerden, en kusursuz resim ve edebiyat yapıtlarına varıncaya değin kaynak dildir, yazıdır. Dilin gelişimi ile toplumun gelişimi birbirlerinden ayrılamaz.

Geçmişi yaşatan, bugüne taşıyan dilin yazıya dönüşmesi de uygarlığın gelişimine en büyük etkendir. Sümerlerin, Mısırlıların, Hititlerin binlerce yıl öncesinden günümüze gelen yazılı belgeleri bunu ne güzel kanıtlıyorlar. Büyük bir bilim adamı “Tüm edebiyatımızla, Dede Korkut’u ayrı kefelerde tartsak, Dede Korkut daha ağır basar” derken kuşkusuz bunu da anlatmak istemiştir.  Yine Yahya Kemal’in bu toplumun en büyük eksikliğinin nesirsizlik ve resimsizlik olduğunu söylemesi” de büyük şairin bu konudaki tespitinin haklılığını gösteriyor. 

Bir toplumu yaşatacak en önemli varlıklardan biri dildir. Bir atasözümüz “söz uçar yazı kalır” der. Yani dil, yazıya dönüştükçe kalıcı olur. Bize ve kendi yöremize ilişkin şeyler içeren, geçmişe dönük bir yazı, bir resim bir şiir gördüğümüzde hepimiz büyük heyecan ve mutluluk duyarız.

Osmanlı Arşivlerinde yöremizle ilgili yazıları gördüğümde ne kadar heyecan duyduğumu anlatamam. Bildiğim kadarıyla, Harput’u, Elazığ’ı, Keban’ı, Fırat Irmağı’nı anlatan en eski kaynaklar, resmî kayıtlar ve yabancı araştırmacı ve gezginlere ait yazı ve resimler.

Üniversitemiz, bilim adamları, tarihçiler bu konuda aşamalar kaydettiler, Harput Yollarında, Turan Gazetesi arşivi, Yeni Fırat Dergisi gibi yayınlar yanında, Ahmet Aksın, Enver Çakar, Yavuz Haykır, Ahmet Karataş gibi hocaların yöreyle ilgili önemli çalışmaları oldu.

Elazığ’ın ve ülkenin kültürüne, tarihine, topluma verilecek en güzel yapıt, gelecek yüzyıllara kalıcı olabilecek, bize ait olanı o günlere taşıyacak olan resim, yazı, şiirdir. Bu ülke için Mimar Sinan neyse Karacaoğlan da odur. Mimar Sinan’ın yapıtları kadar Karacaoğlan’ın yapıtları da varlığımıza katkı yapar. Kültürümüzü, kimliğimizi, tarihimizi ancak bunlar taşıyabilir.  O yüzden bize ait olan, bizi anlatan yazılı kalıcı bir yayın girişimimizin sürmesi önem taşıyor. Bu yüzden herkese önemli görevler düşüyor.                             

Bu hafta sunacağım görselde, Keban’ın en değerli yapılarından Yusuf Ziya Paşa Camii’nin demirbaşıyken yiten kent görüntülü desenli bir halı var. Rüçhan Arık’ın 1975’te ilk basımı yapılmış, 1988 yılında da Kültür Bakanlığı yayınlarından çıkmış “Batılılaşma Dönemi Anadolu Tasvir Sanatı” adlı yapıtında da yer alan ve bugün nerede ve kimde olduğunu bilmediğimiz bir değerimizi nasıl yitirdiğimiz görülüyor.

Dünyada çok az örneği olan bu sanat başyapıtına sahip çıkamamamız çok üzücü, olan oldu, elimizde hâlâ değerli tarihsel bir Harput var, yöremiz var, kimilerince yozlaştırılsa da kale gibi duran bir kültürümüz var… Hiç değilse elimizdekileri, var olanı korumak boynumuzun borcu olmalı.