Osmanlı Devleti, İngiltere ve Rusya’nın baskılarıyla Şubat 1879’da Anadolu’nun doğusuna Hristiyan azınlıkların yakınmalarını (şikâyetlerini) araştırmak üzere iki komisyon gönderme kararı almıştı.

Bunun üzerine, 1879 baharında, Sultan II. Abdülhamid, sadrazamı Hayrettin Paşa’ya Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelere komiserler göndermesini buyurdu.

Ayrıca Babıali (Başkent İstanbul), bu vilayetlere gönderdiği bir genelge ile, Patrikhane aracılığıyla vatanını terk etme niyetinde olan Ermenileri vazgeçirme amaçlı dini görevliler yani birtakım papazlar da görevlendirilmişti. İşte Toros Ahpar* adlı papaz da bu görevle Keban’dan geçmiş ve aşağıdaki notları yazmıştır.

Genelgenin altında, Kebanlılara “patrikhanenin görevlendirdiği papazlara saygı ve kabul gösterilmesi ve her türlü desteğin verilmesi” de özellikle, öğütlenmektedir.

“....Erzincan ve Kemah’taki Fırat artık Eğinli oldu. Bizi Eğin’den alıp Arapkir’in Ermeni nüfuslu köylerinden geçirerek Gaban-Maden’e ulaştırdı. Fırat’ımız artık burada Muş ya da Palu’dan gelen kolla birleşiyor.

Bu kol, Pakrevant’tan (Bugünkü Kars yakınlarında bir yerleşim yeri) ve bir kısmı da Bingöl’den gelen koldur.

Alaşkert, Hınus, Manazgert, Bulanık, Muş,

Ginci, Çabağçur ve Palu dağlarındaki suları toplayarak diğer koldan birkaç misli gür ve güçlü olarak gelip onunla karışır. İşte 'Aradzani' diye adlandırılan bu koldur.

Muş ve öteki yerlerdeki halk onu 'Murat' diye adlandırırken, Palu’dan ötede 'Palu Irmağı' adını alıyor. Gaban-Maden’e ulaştığında ise artık adını yitiriyor ve İran Denizi'ne ulaşacağı yere kadar öteki kolun adıyla 'Fırat' olarak adlandırılıyor.

Gaban-Maden’de insanlar ve davarlar kaba saba sallarla tehlikeli yolculuklar yapıyorlar. Sadece zaman yitimi değil, mal, hayvan bazen de insan yitimleri yaşanıyor. Buradaki su oldukça derin.

Bir köprüye büyük gereksinim var. Ancak gemi işletileceği söylentileri yüzünden köprü yapımı kalmış. Gemi yapmak da kolay iş değil.

Otuz yıl kadar önce Gaban-Maden oldukça ünlüydü. Büyük vali orada ikamet ediyordu. Dersim, Harput ve Diyarbakır ona bağlıydı. Büyük çapta gümüş çıkartılıyordu. Ocaklara on yıl önce kilit vuruldu.

Bu madenler sayesinde burada Rum, Ermeni, Türk işçiler, ustalar, tüccarlardan oluşan bir kalabalık yaşamaktaydı. Eğin-Abuçehli Arpiaryan adlı Ermeni amiralar (zenginler, zengin aileler) madenlerin amiri ya da müdürü idiler.

O bölgede gerek halk gerekse resmi hizmetlerinden dolayı Osmanlı sultanlarından önemli ayrıcalıklar elde etmişlerdi. Bu bölgede 'Arpiaryan' adını bilmeyen yok. Arkalarında kendilerine dua edenler olduğu gibi nefretle yâd edenler (ananlar) de eksik değil.

Abuçeh’deki ikametgâhları çok büyük ve gösterişli idi. Şimdilerde ise yeri bile belli değil. Yanmış. Küllerin arasından gümüş, altın, inci ve mücevherler bulunmuş. Mücevher sayısını kendileri bile bilmezlermiş.

Bu ailenin son gurur kaynaklarından biri 'Kaspar Amira' oldu. Kendisi, Van dağlarında isyan etmiş olan Han Mahmut ve Han Abdal’ı yakalayan Osman Paşa’nın yanında Osmanlı ordusundan yer aldı.

Sonunda yeniden Van’a dönmüş ve orada yaşamış. Mezarı orada bulunuyor.

Arpiaryan Sülalesi'nin büyük kolunu 'Harutyun Ağa' temsil ediyordu. İkametgâhını 'Harput Mezre'ye taşımıştı.

Kendisi ölmüş. Oğullarının en büyüğü' Nışan Efendi' devlet hizmetinde bulunuyor. Bunun dışında ailenin oraya buraya dağılmış, bir kısmı da Abuçeh’e yerleşmiş kolları var. Ancak eski görkemlerini kaybetmişler.

Gaban-Maden’in şimdiki durumu pek parlak değil. Kentin üç bölümünden en çok yıpranmışı bu yan. Hiç Rum kalmamış. Muhteşem bir kilise bırakmışlar. Ermeniler ise yalnızca yüz hane kalmış.

'Surp Asdvadzadzin' adlı gösterişli süslemeleri olan büyükçe bir kiliseleri var. Ancak sık sık papazsız kalıyor. Bir de ıssız bir kilise ve öğretmeni olmayan bir okulları var. Yalnızca konuklarına hizmet veren bir ruhani önderlik bulunuyor.

Önderleri Çemişgezek’te ikamet ediyor. Çemişgezek Kaymakamı ise Gaban-Maden’de ikamet ediyor.

Gaban-Maden’in havası sağlıklı değil. Türlü türlü meyve ve sebzesi var. Meyve tarımında çok başarılılar.

İnsanlar ve şehir sanki can çekişiyor.

Dar, taşlı, yokuşlu bir yolu var. Ancak son yıllarda yapılmış. Yolculuk edenler önce hanlara ve köylere sonra da 'Arpavut Irmağı'na rastlıyorlar.

İçinde büyükçe köylerin, bakımlı tarlaların, çalışkan köylülerin yer aldığı Harput Ovası çekici görünüyor. Yolumuz Gaban-Maden’den Harput’a sekiz saat sürdü…”

Fotoğraf bölümünde yöremiz azınlıklarının bir kutlama töreni var.

Saygılarımla…

(Yazıdaki parantez içindeki açıklamalar bana aittir.)
Kaynak:
Osmanlı Arşivleri,
Azınlık raporları,
Gezilere ait notlar,
Batı kaynaklı çeviriler.
* Ahpar/ik: Dost, kardeş (Erm).