Adaletin Çerçevesi
Adalet, yalnızca “denge” ya da “yarar” toplamı değildir; hukukun asıl amacı, hakların korunması ve yükümlülüklerin ölçülü dağıtılmasıdır. Roma geleneğinden gelen ilke bu çerçeveyi özetler: “Onurlu yaşa, kimseye zarar verme, herkese hakkını ver.” (Lübnan doğumlu Romalı hukuk insanı Ulpianus) Bu bakış, adaleti salt sonuç hesabı olmaktan çıkarır, hak temelli bir ölçüte bağlar.
Yasalar adalet için araçtır; araç amaca dönüşürse, yargı merhamet ya da intikam duygusuna savrulur. Özgürlüklerin gerçek güvencesi, “kurala kimin karar verdiği” ve “kurala karşı kimin korunabildiği"dir, bağımsız ve tarafsız yargı yoksa, kurallar kâğıt üzerinde kalsa da uygulamada baskı üretebilir.
Hırsa Bürünmüş Adalet
Tarih, olağandışı yargılamaların adalet üretmediğini göstermiştir. “Suçla mücadele” gerekçesiyle ölçüsüz önlemler, suçsuzu da korkutan bir düzen doğurur. Cezanın amacı öç almak değil, kamu barışını korumaktır; orantısız ya da haksız cezalar kamu vicdanını yaralar, suçu önlemek yerine meşruiyet krizini büyütür.
İtalyan hukuk felsefecisi Cesare Beccaria’nın uyarısı bugün de geçerlidir: “Cezalar, yararsız ve gereksiz oldukları ölçüde zalimdir.”
Öfkeye bürünmüş adalet, özünde gösteridir; hukukun güvencelerini aşındırır ve “şimdi sonuç alalım” duygusuyla yarın için kalıcı bir güvensizlik bırakır.
Usûl Güvencelerinin Etkisi
Sonuç kadar usûl de adaletin parçasıdır. Bağımsız yargıç, silahların eşitliği, çekişmeli yargılama, masumiyet karinesi, gerekçeli karar ve hukuka uygun elde edilmiş kanıt, teknik ayrıntı değil, yanlış karar riskini azaltan anayasal frenlerdir. “Kuşkudan sanık yararlanır” ilkesi, hatayı toplumun üzerine yıkmamak için vardır. Usûlün dışlandığı yerde, yargı yalnızca görünüşte kalmıştır, ama güvenini tümden yitmiştir.
Bizdeki “adalet mülkün temelidir” sözüne karşılık gelen “Fiat iustitia, ruat caelum” sözü (İsterse Gökler yıkılsın yeter ki adalet yerini bulsun) bu güvencelerin keyfî sonuçlara feda edilmemesi gerektiğini anımsatır.
Peşin Hüküm ve Ortak Vargı
Yargı, toplumun ortak kararının onayı demek değildir. Peşin hükümle başlayan süreç, adaleti değil, biçimsel karar üretir. Kanıtların serbestçe tartışılması, savunmanın etkinliği ve yargıcın önyargılardan arınmışlığı; peşin hükmün panzehiridir. “Kamuoyu baskısı” gerekçesine dayalı cezalandırma, hukuku siyasete ve gündelik dalgalanmalara teslim eder.
Hukuk felsefecisi Ronald Dworkin’in çizdiği haklar teorisi, bu nedenle önemlidir: Haklar, çoğunluk tercihlerinin önüne konulmadıkça adalet korunamaz.
Siyaset–Yargı Ayrımı
Siyaset sınırları hep zorlar, gücünü hep artırmak ister; hukuk o gücü sınırlandırır. Yargının siyasallaşması, kısa zamanda “etkinlik” görüntüsü verse de uzun süreçte meşruiyet yitimine yol açar. Montesquieu’nün güçler ayrılığı öğretisi, özgürlüğün, yasama–yürütme–yargı arasındaki dengeyle korunacağını vurgular.
Ceza adaletini kim kontrol ederse, fiilen iktidarın ana kaldıraçlarından birini tutar; bu nedenle yargı bağımsızlığı yalnızca yargıçların mesleki güvencesi değil, yurttaşın özgürlük sigortasıdır. “Adalet mülkün temelidir” sözü, bu kurumsal mimarinin siyasal özdeyişe dönmüş biçimidir.
Modern Engizisyon
Engizisyon usulünün çağdaş biçimleri, “hız”, “etkinlik” ve “güvenlik” diliyle yasallaştırılır. Oysa hak temelli ceza yargılaması; müdafi yardımına erişim, susma hakkı, hukuka aykırı kanıtın dışlanması, gerekçeli kararın denetlenebilirliği ve ölçülülük ilkesi üzerine kuruludur. Hızlandırılmış süreç de, güvenceler zayıfladığında yalnızca hatayı hızlandırır. Toplumun adalete güveni, “herkes için aynı kuralların, aynı şekilde işleyeceği” varsayımına dayanır; bu güvence sarsıldığında, sosyal sözleşme çözülmeye başlar.
Orantılılık ve Bireyselleştirme
Ceza, kusurla orantılı olmalı ve bireyselleştirilmelidir. Aynı eylem, ayrı kişisel ve toplumsal koşullarda ayrı sonuçlara yol açabilir; bu nedenle mahkeme, yalnız tipikliğe bakmakla yetinemez, ölçülü ve gerekçeli bir dengeleme yapmalıdır.
Ölçülülük, üç adımda işler: elverişlilik, gereklilik, orantılılık. Bu işleyiş; “amaç iyi” bahanesiyle sınırsız müdahalenin önüne geçer ve cezalandırmanın “en son çare” niteliğini korur.
Toplumsal Güven
Siyasal gerilimlerin arttığı dönemlerde toplumun sığınacağı yer, güven veren bir yargıdır. Bir yargıç, yalnızca bilgisiyle değil; bağımsızlık, tarafsızlık ve gerekçelendirme yürekliliğiyle büyür. “Güç, gerekçeyle ikna olur.” Yargının dili dingin ve saygılı, kararı denetlenebilir olmalıdır. Adaletin görünmesi de en az gerçekleşmesi değin önemlidir; çünkü yurttaş, kararın kendisine de uygulanacağına güven duyduğunda kamusal barış güçlenir.
İlke, Usûl ve Yüreklilik
Adalet; ilke, usul ve yürekliliğin kesişimidir. İlke olmadan usûl biçimciliğe; usûl olmadan ilke hamasete, yüreklilik olmadan ikisi de siyasetin akışında erir. Hak temelli yaklaşım; çoğunluğun güncel talebini mutlaklaştırmadan, kişiyi merkezde tutar. Yargı bağımsızlığı, avukatın eşit silah olarak güçlendirilmesi ve yargı yönetiminde şeffaflık; “öç hırsına bürünmüş adalet” yerine güven üreten bir hukuk düzeni kurar. Varılacak hedef; hatayı sıfırlamak değil, hatayı en aza indirecek güvenceli bir yapı kurmaktır.
Adalet, yalnızca görkemli yeni yapıların, korkutucu mahkeme salonlarının değil, tüm kamusal yaşamın içindedir; doğru kurulduğunda, siyasal gerilimi hukuksal güvene dönüştürür. Bu çerçevede, hukukun öngörülebilirliği, eşitlik ve ölçülülük ilkeleri ışığında, temel hakların güvence altına alınması kamusal güvenin birincil dayanağıdır.
Son Not:
Mahkeme süreçleri ve yargısal kararlar üzerine hukuk insanlarının görüş bildirebilmeleri, öncelikle bu süreçlerin “hukuksal nitelik” taşımasını gerektirir. Ne var ki yaşananlar, hukuksal ölçütlerden ve ilkesel denetim alanından uzaklaştıkça, hukukun konusu olmaktan çıkmakta; bu nedenle, salt biçimsel bir 'hukuksal değerlendirme' bile anlamını yitirmektedir.
Hukukun yalnızca biçim olarak var olduğu bir düzende, adaletin yüzü görünmez sesi kısılır. Bir toplumun olgunluğu, yargının bağımsızlığını ne denli koruyabildiğiyle ölçülür; çünkü hukuk, yalnız güçlüye karşı değil, güçsüzü koruyabildiğinde anlam taşır. Sorunun çözümüyse yasaları anımsamaktan çok hakkını anımsayan toplum olmaktır...
CEM BAYINDIR /2025 Ekim 28