Geçen gün Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Utanmaz Adam” romanı ile Vedat Günyol’un aynı başlıklı bir denemesini görmüş biraz da onlardan esinlenmiş ve “utanma” üzerine bir yazı yazmıştım. Her iki çalışma da, aradan geçen onca yıla karşın, sanki bugün için yazılmış gibidir.

Hüseyin Rahmi’nin “Avnüssalah” tipi, bir roman kişisi olmaktan çoktan çıkmış, toplumsal bir ruh biçimine dönüşmüştür. Günyol da, 1975’te kaleme aldığı yazıda, bu roman kişisini alıp dönemin düzenine, vurguncu sermayesine ve çürümüş yapısına ayna tutar. Elâzığımızın unutulmaya yüz tutmuş Utanmayanın sefası çoktur” atasözünü de anımsatarak, bu “tip”in yalnızca roman sayfalarında değil, halk belleğinde de çoktan yerini aldığını söylemeliyiz.

Avnüssalah, savaşların, yoksulluğun ve adaletsizliğin ortasında kalmış İstanbul’un bir arka sokak gencidir. Önüne dürüstçe yaşayacağı bir yol konmaz; emeğiyle tutunacağı kapılar bir bir kapanır. O da namuslu çalışma sahnesinde yer bulamayınca, çıkar yolu başkasının sırtından geçinmekte arar. Lokantalarda yiyip parasını ödemeden kaçan, gardıroptan pardösü aşıran, sonra da hırsızlığı bile bir “meslek bilgisi”ne dönüştüren bir tip olup çıkar.

Yeteneklerini bilgi üretmeye değil; dolandırıcılığa ve kurnazlığa harcar. Romanın gücü de tam buradadır: Yazar, tek bir kişinin ahlâk bozukluğunu değil, onu doğuran bozuk düzeni resmeder. Avnüssalah, çökmekte olan bir toplumun vicdanını kaybetmiş yüzüdür.

Vedat Günyol da “Bu Cennet Bu Cehennem” adlı yapıtındaki yazısında bu figürü alır, ona göre, eski zamanın üç beş kişilik “küçük utanmazları” yerini “kalabalık kadrolara” bırakmıştır.

Ticaretin büyük parçaları düzen insanlarının elinde toplanır; yasalar güçlüden yana esner; politikayla ticaret kol kola girer. Günyol, utanç duygusunu yitirmiş bu yeni sınıfı anlatırken, onların artık hem parayı hem de gücü elde ettiklerini söyler ve Elazığ’ın “Utanmayanın sefası çoktur” atasözünü artık tek tek kişilere değil, büyük bir kitleye yöneltir.

Yıllar geçse de, bu tablo ne yazık ki eskimemiş, yalnızca biçim değiştirmiştir. Avnüssalah artık bir tek mahalle dolandırıcısı değildir; ekranlardan, sosyal medya kanallarından, makamlardan, yönetim kurullarından bize bakmaktadır. Yeni zenginler, bir zamanlar roman sayfalarında okuduğumuz o arsız güveni gerçek yaşamda sergiler. Kimi zaman haklarındaki iddialar belgelerle ortaya konur, ama kimse istifa etmez, kimsenin yüzü kızarmaz.

Bir düşünürün “Utanan adam zalim değildir” sözünü de anımsatır Günyol. Çünkü “utanç”, insanın kendisine koyduğu iç sınırdır; başkasına zarar verdiğinde içi sızlamasını sağlayan ince çizgidir. Bu sınır ortadan kalktığında, zulüm sıradanlaşır.

Utanmaz adamın bir başka yüzü de dildir. Romanın Avnüssalah’ı, işlediği suçları “çaldım, dolandırdım” diye saklamadan anlatır ama kendi içinde bunu bir başarı öyküsü gibi görür. Bugünün utanmazları ise aynı işi daha süslü sözlerle, daha karmaşık kavramlarla yapar. Dilin eğilip bükülmesi, utanmazlığın en ince, en sinsi aracıdır. Çünkü sözcükler değişince, insanların sarsılması gereken yerleri de körelir.

Günyol, utanmaz adamları sayıyla anlatmanın olası olmadığını söylerken, onlara alkış tutan, onların dilini benimseyen kitleleri de yerer. Utanmazlar ortada; ama biz salt onları mı suçlamakla yetineceğiz, yoksa onların her yaptığını savunmak için sıraya giren taraftar ordularını da mı sorgulayacağız? Utanmaz adamların çoğalmasında suskunluğumuzun, alışmamızın, kabullenişimizin payı yok mudur?

Avnüssalah, roman sayfalarında, mahkemeye düşmekten korkan daha büyük suçlular olduğu için yakayı ele vermez. Yaptığının hesabını vermeyeceğini bilen kişi, kendi vicdanıyla daha az yüzleşir. Ceza görmeyen her haksızlık, “demek ki yapılabiliyormuş” duygusunu yayar; bu duygu da yeni utanmazlıkları doğurur.

Utanmak, başlı başına bir ahlâk ölçüsü değildir; ama ahlâkın temel taşlarındandır. Birey, yalnız kaldığında bile yaptığı yanlışın yüzüne vurulma olasılığını düşünüp bundan rahatsız oluyorsa, demek ki bir iç denetim mekanizması çalışıyor demektir.

Toplumlar da böyledir. Basının özgür bulunduğu, kurumların bağımsız durduğu, liyakatin geçerli akçe olduğu, yurttaşın sorgulama hakkının korunduğu yerlerde utanmaz adamların işi zordur.

Sonuçta sorun, yalnız bir uydurma karakterin edebiyattaki yansıması değildir; nasıl bir ülkede yaşamak istediğimiz sorusudur. Çocuklarımıza “utanmayanın sefası çoktur” deyip umarsızca Avnüssalah’ın yolunu mu kutsayacağız, yoksa “onurlu insanın başı dik olur” deyip utanmayı, vicdanı, adaleti yücelten bir dili mi öğreteceğiz?

Yüzü kızaranların, çoğunluk olmasalar da, direngen varlığı, toplumun tümden çürümesinin önündeki en büyük engeldir. O yüzden yüzü kızarmayanların sefasına bakıp umutsuzluğa kapılmak yerine, utanma duygusunu yitirmemiş insanlarla olmak, birlikte söz söylemek, onlarla birlikte direnmek gerekiyor. Çünkü tarih gösteriyor ki, hiçbir utanmazlık çağı sonsuza kadar sürmez. Her utançsız dönem, utananların direnciyle, vicdanı bırakmayanların inadıyla sona erer…

CEM BAYINDIR