Uzun kış gecelerinin ağır ağır evlerin üzerine çöktüğü bu günler, beni çocukluğumuzun toprak damlı evlerine götürüyor. Kar sessizce yağarken yalnızca toprağı değil, zamanı da bembeyaz bir örtüye sarar; köyümüz dış dünya ile olan bağlarını usulca koparırdı. Ufka doğru uzanan yolların birer birer silindiğini, dağların pusun içinde yavaşça eridiğini seyrederken sanki dünyanın nefesi bile kısılırdı.

Büyük odanın ortasında yanan soba, yalnızca evi değil, içimizdeki çocukluğu da ısıtırdı. Sobanın üzerindeki fokurdayan çayın buharı ağır ağır tavana yükselirken duvar diplerine serilen yatakların gölgeleri ışığa tutulan birer hatıra gibi titrerdi. “Yatsılık” sofraları yer sofrasının etrafında büyük bir halka olur; orcik, pestil, ceviz ve dut kurusu tabaklardan taşar, odanın her köşesine tatlı bir koku yayılırdı. O koku, hâlâ bir yerlerde eski gecelerin kapısını aralıyor gibidir.

O sofralarda büyüklerimizin dilinden dökülen masalların, destanların ve Hz. Ali’nin savaşlarının ritmiyle kalplerimiz hızlanırdı. Her kelime sobadan kopan bir kıvılcım gibi içimize düşer, görünmez kapılar aralanırdı. Anlatılan kahramanlarla hayalimizde yollarımız kesişir; nal seslerinin içinde koştuğumuzu, hiç görmediğimiz yerlerde nefes aldığımızı sanırdık. Farkına varmadan gönlümüzde hikâyelerden örülmüş sessiz bir dünya kuruyorduk.

Bugün ise bizim kuşağın o uzun ve derin kış gecelerini yeniden yaşaması neredeyse imkânsız. Kar hâlâ usulca yağsa bile eskiden etrafı sarıp sarmalayan o büyük sessizlik çoktan kaybolmuş görünüyor. O günlerden geriye, insanın içini hafifçe sızlatan birkaç hatıra kaldı. Yine de bazen bir kitap, insanın yüreğine dokunarak o eski duyguyu, sanki yıllardır uyuyan bir yankıyı, yeniden uyandırabiliyor.

Ercan Çalışkan’ın kaleme aldığı Yollar Kesişince romanı da tam bu noktadan sesleniyor okura. Günümüz gerçekliğinden beslenen bu eserde, vatan toprağını korumak için çocukluğundan beri türlü zorluklarla büyüyen bir asker ile cehaletin karanlığına karşı bir ışık gibi parlayan Aybüke öğretmenin yolları kesişiyor. Sayfalar ilerledikçe okur kendini yalnızca dışarıdan bakan biri değil, hikâyenin soğuk rüzgârlarına ve sıcak anlarına aynı anda dokunan bir tanık olarak buluyor.

Roman kahramanlarının yolu bazen hayatın sakin akışı içinde, bazen de fırtınalı kavşaklarda birleşiyor. Metin, okuru sevinçle hüznün iç içe geçtiği dar patikalardan geçirirken yabancısı olduğumuz hayatlara yaklaştıkça onların acısına ve sevincine kayıtsız kalmayı zorlaştırıyor. Belki de bu etkinin gücü, metnin görünen satırlarında değil, satır aralarında saklı.

Yazarın kahramanlardan ikisini hayattayken tanımadığı; onların şehadetlerinden sonra basına yansıyan hayat hikâyelerinden etkilenerek bu eseri kaleme aldığı anlaşılıyor. Bu da romanı yalnızca kurgu olmaktan çıkarıp yaşanmışlığın ağırlığıyla yoğrulmuş daha derin bir anlatıya dönüştürüyor.

Kahramanlardan birinin babasıyla karşılaşması ise yazarın kalemine bambaşka bir yük bindiriyor. Bu karşılaşma, içine yalnızca hayal gücünü değil, vefayı, borçluluk hissini ve hatırayı da katmış. Böylece yazılan her satır bir edebî metinden çok, toprağa düşmüş bir hatırayı diri tutma çabasına dönüşmüş.

Romanı okurken kendimi yeniden uzun kış gecelerine dönerken buluyorum. Sobanın etrafında dizilip dinlediğimiz kahramanlık hikâyeleri birer birer zihnimin kıyısına geliyor. Yazar bizim yaşadıklarımızı birebir yaşadı mı bilmem; ama anlattıklarına göz gezdiren pek çok okurun kendinden bir parça bulduğuna inanıyorum. Belki de geçmişi bugüne taşıyan bu hikâyeler sayesinde bir noktada bizim de yollarımız yeniden kesişir diye düşünmeden edemiyorum.

Bu sorumluluk duygusuyla yazar, romanından elde ettiği geliri şehitlerimizin adını yaşatmak için kurduğu kütüphanenin ayakta kalmasına ayırmıştır. Böylece kitap, yalnızca okunup bitirilen bir metin olmaktan çıkar; hikâyenin sesini raflar arasında sürdüren somut bir vefa adımına dönüşür. Okur, eserin ardında sessizce işleyen bu çabanın sıcaklığını sezerek anlatıya daha derinden bağlanır.

Eserde dikkat çeken bir diğer unsur, yazarın kütüphanenin gelişmesi için sürdürdüğü gönüllü faaliyetlerdir. Farklı şehirlerde düzenlenen kampanyalarla yüzlerce kitabın toplanması, bir kütüphane kurma düşüncesini basit bir girişimin ötesine taşımış; zamanla sessiz raflar arasında büyüyen bir umuda dönüşmüştür. Bu ayrıntılar, metni okurken yazarın yalnızca duygusal bir yakınlık kurmadığını, aynı zamanda anlatının mirasını yaşatmak için somut bir sorumluluk üstlendiğini gösterir.

Toprağa düşen askerlerimizin, öğretmenlerimizin, güvenlik görevlilerimizin ve bütün şehitlerimizin hatıralarını bir kütüphanede isimleriyle yaşatmak için gösterilen bu gayretli çabanın karşılıksız kalmadığını; aksine her yeni kitapla, her dolan rafla daha da anlam kazandığını görmek insanın yüreğine hem bir teselli hem de derin bir vefa duygusu bırakıyor.

Kitap Post yayınları arasından çıkmıştır. Alemdar Mahallesi Ticarethane Sokak Tevfik Kuşoğlu İş Hanı No: 11/310 Sultanahmet – Fatih /İstanbul Tel.212 5127020 www.postkitap.com/ e posta:[email protected]