Yoğun tepkiler üzerine Elazığ da Afet Bölgesi kapsamına alındı. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Gazetemiz Turan'ın geçen sayıdaki manşeti bu konuyla ilgiliydi. Başta CHP milletvekili Gürsel Erol olmak üzere, İYİ Parti ve bir avuç Elazığ sevdalısının yoğun gayreti netice getirdi.

Demek ki, gayret edince oluyormuş. Susarak, oturarak, kapalı kapılar ardında dedikodu yaparak hiçbir sorun çözülmez. Çıkacak, konuşacak elinizdeki oy kartını doğru kullanacaksınız.

Elazığ'daki ağır hasarlı bina sayısı Adana, Şanlıurfa ve Diyarbakır gibi illerden daha fazla. Afet bölgesi kapsamına alınmasaydı büyük haksızlık olurdu.

Her dönem Elazığ'ın ihmal edilmesinin birçok nedeni var; Birincisi Elazığ milletvekillerinin hükümet nezdindeki özgül ağırlığıdır. Seçtiklerinizin özgül ağırlığı ne kadarsa, alacağınız hizmet de o kadar olur. Elazığ'ın Afet Bölgesi kapsamına alınmaması biraz iktidar partisinin milletvekillerinin özgül ağırlıkları ile ilgilidir.

İkincisi, bürokrasinin yetersizliği, daha tablo tam ortaya çıkmadan hükümeti yanlış bilgilendirmeleridir. Görünürde yıkılmış evlerin olmaması yanılgıya neden olmuş, kontroller yapıldıktan sonra gerçek ortaya çıkmıştır. Bu yazı yazıldığı gün ağır hasarlı bina sayısı 400'ü geçmişti. Bu rakamın daha da büyüyeceğini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok.

Bu Elazığ'ın ikinci defa mağduriyeti. Belli ki kontroller, incelemeler bittikten sonra binlerce aile evlerini, yuvalarını kaybedecek. Yeni mağdurlar, evsizler ortaya çıkacak. Çevre illerden Elazığ'a sığınan depremzedeleri de dikkate aldığımızda Elazığ'da bir konut ve kira sıkıntısının ortaya çıkacağına şüphe yok.

Bu gibi durumlarda çirkin politika yapmak, deprem mağdurlarının gözyaşlarından oy sağmaya çalışmak çok kötü bir davranış. Siyasi rekabetin yapılacağı anlar var, yapılmayacağı vakitler var. Bu da o vakitlerden biri. Herkesin parti, grup formasını çıkarak, Türkiye forması ile alana gitmesi gerekir. Önemli olan yaraların sarılması, vatandaşın acılarının azaltılmasıdır.

Ne yazık ki, yine partizanlık galip geldi, yardımlar engellenmeye, eleştiriler susturulmaya çalışıldı, depremzedelerin yakınmalarına tercüman olmak isteyenler tehdit edildi. Böyle bir felakette konuşulmayacaksa ne zaman konuşulacak? Koordinasyonsuzluk uyarısında bulunmanın, eksikleri söylemenin, çadır yok, tuvalet yok, ısıtıcı yok, hijyen malzemesi yok demenin neresi yanlış? CB Yardımcısı Fuat Oktay, eleştiricilere " siz kimsiniz, siz kimsiniz" şeklinde tarizde bulundu. Oktay bu sözleri ile siz hiç bir şeysiniz demek istiyordu. Bahçeli'nin baştan sona hakaret içeren grup konuşmasından ise hiç bahsetmek istemiyorum. Bari bu büyük felakette hakareti, tehdidi bıraksaydı kötü mü olurdu.

Bu felaket hepimizin. Ağlayıp, sızlayarak felaketlerden kurtulmak mümkün değil. Depremleri önleyemeyiz ama onun tahribatını azaltabilir, on binlerce insanımızı kurtarabiliriz. Bunun yolu, bilim adamlarını, uzmanları dinlemek gerekli tedbirleri almaktır. Avrupa bizi kıskanıyor demekle büyük devlet, dünya lideri lafları ile dünya lideri olunmuyor. Japonya 8 şiddetindeki depremlerde bile ancak birkaç insanını kaybediyor. Kıskanacaksak biz kıskanalım, belki o zaman onlar gibi evlerimizi daha büyük depremlere karşı bile dayanaklı yaparız. İşimizi şansa bırakmaz, tedbirimizi alır, şehirlerimizin mezarlara dönmesini engellemiş oluruz.

Şunu unutmayalım: Hz. Peygamber Uhud Savaşına giderken tedbir olsun diyerek zırhını giymiştir. Topu kadere atmak onu ve İslam'ı anlamamak, sorumluluğu yüce Allah'a yıkmaktır. Bu kafaya göre ne yaparsak yapalım akıbeti engelleyemeyiz. Böyle düşününce tedbire de gerek kalmıyor. Oysa tedbir de kaderin bir parçasıdır. Hz. Ömer, Şam'a giderken salgın hastalık haberini alıp gitmekten vazgeçince, Ebu Ubeyde bin Cerrah," sen Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun" diye soracak, Hz. Ömer de, ‘’evet Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz " diyecek, tedbirin kadere karşı çıkmak olmadığını söyleyecektir.  Tedbirsizlik kader değil, ahmaklıktır. Artık şu güzel dinimizi insanları kandırmak için kullanmaktan vazgeçelim. Bu, felaketimizi büyütmekten başka işe yaramıyor.