İlhan Tarus 27 Kasım 1907- 8 Ocak 1967 tarihleri arasında yaşamış, 1928 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş, uzun süre hakimlik ve savcılık yapmış; öykü, anı, tiyatro, romanlar yazmış önemli bir yazar ve gazetecidir. Toplumsal gerçekçilik akımına bağlı ve yazdığı kitapları Anadolu’dan, çevresinden edindiği izlenimlere göre yazmıştır.

Tarus, Kurtuluş Savaşı üçlemesi olan Varolmak, Hükümet Meydanı, Vatan Tutkusu romanlarından sonra Uzun Atlama ile cumhuriyetimizin ekonomik ve toplumsal açılardan yeniden kuruluşunu romanlaştırarak yeni Cumhuriyetin şeker fabrikalarını anlatıyor.

İlhan Tarus, 1957 yılında bir gazetenin iş önerisiyle iki ay boyunca altı bin kilometre gezerek tüm şeker fabrikalarını dolaşır ve ekonomik ve toplumsal dönüşümü görerek-yaşayarak bu tanıklığını anıt yapıt biçimine getirir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, şeker fabrikaları ekonomik, teknolojik atılım, üretim niteliği kadar çağdaş bir ulus oluşturmanın da adıdır, adımıdır. Köylere, ovalara sular taşınır, köylülere makinalı, traktörlü tarım öğretilir, iş makineleri verilir. İşçiler sendikalarda örgütlendirilir. Çevrede okullar, hastaneler, tiyatro, sinema salonu olmak üzere toplumsal tesisler açılır, spor kulüpleri kurulur ve yakın çevredeki tüm köy ve kasabaların toplumsal yaşantısı değişir, çağdaşlaşmaya yöneltilir. İşte Uzun Atlama bunu anlatan önemli bir yapıttır.

Bu yapıtın son sayfalarında son tanıtılan şeker fabrikasının yani 19 Ocak 1955'te, bugün Aşağı İçme’nin Keban Barajı altında kalan arazisinde temeli atılan ve 1 Ekim 1956’da açılan Elazığ Şeker Fabrikasının anlatıldığı bölümü 209-220. sayfaları ilginize sunuyorum:

“ELAZIĞ

Şeker fabrikaları içinde, en çetin sosyal şartlarla çevrili olanı, biç şüphesiz, Elazığ fabrikasıdır. Şehirden otuz iki kilometre uzakta, iki dağın meydana getirdiği bir boğazın ortasına kurulmuş, yirminci yüzyıl anıtı! Rüzgarların uğrağı, sıcak ve soğuğun aynı şiddetle hüküm sürdüğü, muhitin oldukça geri karakterde tepkilerine maruz, kendi kendini düşünmeye mecbur, bir medeniyet yuvası!

Burada yaşayan ve iş gören 300 kadar insan, yüksek kimya mühendisi İstanbullu hanımdan, süpürge işçisi Çermikli Mehmed’e kadar, bütün hayatı ve zaruri ihtiyaçlarını, otuz iki kilometre uzaktaki Elazığ şehrinden sağlamaya mecburlar... ‘Civar köylerden alınabilecek şeyler yok mu?’ diyeceksiniz. Ne süt ne yağ ne yoğurt alabilirsiniz bu köylerden... Hayvancılığa itibar etmezler.

Doğu bölgesinin en dar ve kapanık yerinden de daha büyük mahrumiyetler içinde bocalaması gereken bu dağ başı sitesinin insan mevcudu, kampanya sırasında 1.000’lere 1.300’lere yükselir. Bunları doyurmak ister. Yatırmak ister, eğlendirmek ister. Orada tutmak lazımdır bu kalabalığı yıldırmamak lazımdır, müesseseye ve içe bağlamak lazımdır.

İşte Elazığ Şeker Fabrikası'nın özelliği!

Bol vasıta olduktan sonra iş kolaylaşır diye bir düşünce gelebilir akla. Benzinin ve yedek parçanın kıt olduğu, ayrıca arabanın sınırlı sayıda olduğu, sonra bunların uzun ve çetin yollarda sık sık bozulup işlemez hale geldiği hesaplanmalı! Acaba burada, işler nasıl yürür? Tekerlek nasıl döner. Ak şeker, nasıl binlerce çuval halinde, memleket içlerine doğru akar?

Bu çetin durumun ancak ileri bir kafa ile idare edilebileceğini tahmin etmek mesele değildir. Büyük şehirlerde, her türlü imkanlar ve vasıtalar ortasında bile böylesine bir kalabalığın üretime koşulması kolay değildir. Üstüne üstlük, kışın kar yollan tıkar... Yazın güneş nefes aldırmaz, işçi bulmak zordur. Koloni çocuklarını okula göndermek gerekir. Doktor, hastane meseleleri ön plandadır. Eğlence, hatla oyalama imkanları çetindir, pahalıdır, üzüntü doğuracak derecede kıttır.

İşte böyle bir yere İhsan Duman gibi birini müdür yapmak gerekir.

Yine bir şahsı ele almamı ve onun becerileri üstünde durmamı okuyucular hoş görmelidirler. Bence olayı ve eseri yaratan insandır. Meşgul olduğumuz konunun felsefesine girecek olsak, sadece onu meydana getirenlerin karakterleri ve ruh yapıları üzerinde etütlere girişmeyi yeter sayardım. Şeker fabrikası, bir medeniyet belirtisidir.

Memleketimizin refahı ve halkımızın Batılı insanoğullarına yakışır bir hayat seviyesine yükselmesi için atılmış dev adımını temsil eder.

Ancak doğal gereksinimlere biraz da gayret ve fedakârlık katarak bu eserleri başarmak mümkündü. Şeker endüstrisinin örgütlenmesinde rolü olan şahsiyetlerin derin ve isabetli görüşü sayesinde işe ve işbaşına öyle adamlar getirilmiştir ki o doğal oluş birdenbire hızlanmış, gaye hızla gerçekleşme yoluna girmiş ve kısa zamanda akla sığmaz sonuçlar alınmıştır.

Batı’da ve Amerika’da, bugünün şartları içinde, bizimkiler kapasitesinde bir şeker fabrikasının inşası, aynı masraflarla, bizdekinin üç, dört, beş katı zaman istemektedir. Memleketimizin o çevrelerden çok gerilerde kalmış olması gerçekliğini ortadan kaldırmak için, yapıcı kadronun, hemen hemen fevkalâde netliklere sahip yurttaşlardan oluşumu zorunludur. Bu zorunluluğu anlamamış iş şubelerinde, bütün iyi niyetlere rağmen, aynı başarının üretimi, kesin surette imkânsızdır. Biz bu noktadan, şahsiyetler üzerinde bilerek ve isteyerek durmayı ödev sayıyoruz…”

(1. bölümün sonu, sürecek)