Sadık Kemal Tural Hoca, ‘sorumluluklarımızı…’ hatırlatıyor.

“Kulak Verenlere Demek İsterim ki:” yazılarında şöyle diyorlar,

Kim ki tan vaktinde uyanıktır,  sonrasına Allah kerim...

Milletinin dünkü şahsiyetlerine saygı, bugünkü insanlarına sevgi gösterecek, mensupluk duygusunu bilince taşıyacak bir akıl ve gönül uyanıklığı…

Kısaca: Ahlâk, Vicdan, İstikrar…

Bu üçlünün bedenî ve ruhî sağlığın temel ölçütü kılınmadığı toplumlar, milletler arası sömürgeci kuruluşların ve emperyal devletlerin ayakları altında kalacaklardır.

Miladi 2022, Hicrî 1443 yılındayız.

Önümüzdeki  yıllarda artacağı anlaşılan   ahlâk, vicdan ve istikrar kavramlarına bağlı yozlaşmalar,  çürümeler  durdurulamazsa, Deccalleşen tercih ve davranışlar yaygınlaşacaktır.

Her devirde ahmak da, ikiyüzlü de, kalleş de,  hâin de,  sapık da, câni de, hırsız da vardır; asıl düşünülmesi gereken ise, bu insansıların sayılarının çoğalması, oranların artmasıdır.

Pandemi geçer gider; şiddetli enflasyon depreminin ve örgün eğitimdeki bilgi ve iyi vatandaş eğitimine ilişkin depremin yıkımlarını ancak, kırk yılda temizleyebiliriz.

 Bilgelik bilgisini, bilimlik bilgiyle ve sanatla  bütünleştirmeyi, ön şart olarak da bu bilgileri zemin yaparak vatandaşları uzlaştırmayı sağlayamayan aydınlar ve yönetimler, sosyal çözülmenin, hattâ   sosyal şiddetin  depremlerini yaşamışlar,  yaşayacaklardır...”

“Her insan bir âlemdir!” sözüne, ‘gönlümüzle kulak verdim’

Her şeyden önce, ‘kul olmanın idrakinde’ olacağız.

O idrak, ‘gözümüzü, gönlümüzü, ufkumuzu, basiretimizi…’ açacaktır.

Allah Resulü (sav.), “Mü’min akıllıdır, uyanıktır ve tedbirlidir!” buyurur.

İki Cihan Serveri, “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim!”

Akıl, idrak, iz’an, şuur sahibi olmak, ‘idealimizdir’

Düşünürüm derinden derine;

“Gün, âhımdır… Gül, şahımdır… Güz, bağımdır… Gam, çağımdır… Kem göz, yağı’mdır…

Beden toprağımdır…” Velhasıl, “Topraktan geldik, toprağa gideceğiz!”

Ölümü bir an bile düşünen, “ahlak ve vicdan sahibi…” olur.

Asrımızın hastalığı; “bozulmak, yozlaşmak, çürümek, pörsümek, kokuşmak…”

Cengiz Aytmatov, “kendin ol!”  Kendini bilen, ‘haddini bilir!’

Haddini bilen, ‘Rabbini bilir’ Ölçü nedir, ‘mankurtlaşmayacağız’

Hacı Bektaşi Veli, “Her ne ararsan kendinde ara”

Hacı Bayram Veli, “Sen seni bil, sen seni!”

 Keban’lı, Hâk aşığı Nimri Dede ne der;

“İkilik kinini içimden atıp

Özde ben bir insan olmaya geldim

Taht kuralı ariflerin gönlüne

Sözde ben bir insan olmaya geldim!”

Bir dörtlüğümüzde şöyle deriz;

Göğe yükselen başlar,/ Kirlenirse taş kesilir

Terk-i diyar edilen sevgi/ Hasrete nakkaş kesilir!”

Bedeni hastalıklar geçer, bizleri asıl korkutan, ‘manevi hastalıklardır’

İşte, asıl sosyal depremlerin belirtileri burada başlar

Allah’ın Resulü (sav.) buyuruyorlar, “Ey Allah’ım! Senin rahmetini umuyorum,

Beni göz açıp kapayıncaya kadar (da olsa) nefsimle baş başa bırakma.

Halimi tümüyle düzelt, Senden başka ilâh yoktur.”

Yusuf Suresi, 53 ayette şöyle buyrulur;

“Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum. Çünkü nefis, gerçekten kötülüğü şiddetle emreder.”

Tin Suresini mutlaka hazmederek okuyalım.

“Muhakkak ki biz insanı en güzel bir biçimde yarattık”

“Sonra onu, (küfre varınca) aşağıların aşağısına çevirdik!”

İnsan, “Âlâ-yi illiyyin” en ileri nokta; en üstün makamlara kadar çıkabiliyor.

İnsan, “Esfel-i sâfilîn” aşağıların aşağısı, sefillerin en sefili durumuna kadar düşebiliyor.