Ağzını açan yağışların azlığının iklim değişikliğinin sebep olduğunu ya söylüyor ya da yazıyor. Bize de yazılanların ve anlatılanlara inanmak kalıyor. Çareyi söyleyen var mı bilemiyorum ama her işte olduğu gibi Allah’ a havale etmekle yetiniliyor. Bizde hep böyledir. Kar almayan dağın deposunda su kalır mı? Elbette kalmaz. Ekim ayında ekilen ekinler şimdi kasım ayına alınmıştır.

     Uluova’ da birkaç yıl evvel dört beş metreden su çıkarılırken şimdilerde bu rakamın daha da arttığını herkes biliyor. Bahar aylarında günlük güneşlik havalarda dağlardaki karların erimesi ile Maden’ den geçen Dicle ırmağının taştığını çok iyi hatırlıyorum. Sürüklediği kütüklerin su üstünde gidişleri hayretle biraz da korku ile temaşa ettiğimizi aklımdan çıkaramıyorum. İki gözlü tarihi köprünün her iki gözü topraktan kızıllaşmış azgın sular ile dolardı. Şimdiki taşkınlar az da olsa düzensiz, plansız yapılanmanın sonucunda felaketler meydana getirdiğini herkes biliyor. Eski köprülerin ya da eski yerleşim yerlerinin su baskınlarına uğradığını çok az duymaktayız. Şimdilerde yağış yağsa da taşkınlar olsa diyenlerimiz çokça vardır.

     Yağışların az olması herkesi ilgilendiren konu haline geldiği açıktır. Dünya genelinde bir sıkıntının olduğu biliniyor. Çiftlik sahipleri, büyük arazi sahipleri, memur, işçi, köylü, öğrenci hemen herkes hava durumunu takip etmeye başladı. Yağmur ya da kar yağacak mı? Televizyon haberlerinde büyük göllerin çekilen suyun yerinde ortaya çıkan kurak çatlamış topraklar üzerindeki röportajları ile dolu.

     Kuraklık tabii afettir. Canlı hayatı etkileyen en büyük afettir. Meteorolojik ve çevre şartları bu sonucu doğurmuştur. Çevre şartları içinde insanın kuraklığa katkısı ne kadardır. Ya da son zamanlardaki kuraklığın bütün suçunu insanların yığdığı beton dağlarına yüklemekle meseleyi çözmüş olur muyuz? Birer ısı adası haline dönüştürülen şehirlerin bırakın yeşili gökyüzünü dahi göremeyen evleri kuraklığın sebebi olarak gösterenler haksız mı? Üniversitelerde konu ile ilgili kürsülerin varlığı karşısında bu konuda bizim yol göstermemiz ne kadar doğru olur bilmiyorum. Tarımda kullanılan yeraltı sularının düzensiz kullanılması ile küçük derelerin üzerine kurulan HES’ lerin sorumluluk payı var mı? Acaba insanın tabiata hükmetme çabasının sonuçlarından biri de kuraklık mıdır? Bu soruların muhatabı var mıdır?

     Tarihte kuraklık yaşanmış mıdır? Elbette olmuştur. Bunlardan biri de 1874 yılında Ankara’ da yağışsızlıktan meydana gelen kuraklık ve bunun sonucu olarak yaşanan kıtlıktır. Abdülaziz zamanına denk gelen 1874 senesi kıtlığını şairin biri yazdığı kaside ile anlatmıştır. Sultanın Ankara’ ya yardım etmesi sonucu kıtlıktan az zarar görülmesine vesile olmuştur. Bunun üzerine Çerkeşîzâde Mehmet Tevfik Efendi KASÎDE-KAHTIYYE diye manzum bir eser yazmıştır. Kasîde Sultan Abdülaziz’ e dua ile başlamakta ve durumu anlatan beyitlerle devam etmektedir. Kuraklık sebebi olarak gösterilen yağışsızlık sırasında gökten yağmur yerine ateş yağdığını bu sebepten toprakların adeta kavrulduğunu ifade etmektedir.

Yere şebnem yerine yağdı hevadan ateş

Nara gark oldu zemin ta küre-i bâd-ı nesim

Çak çak oldu hararetle zeminin bağrı

Tab-nak oldı hevanın yüzi manend-i cahim

(Gökten yağmur yerine ateş yanmış Yerin bağrı hararetle sıcaktan çatlamış, hava cehennem gibi sıcak olmuştur)

     16. yüzyıl şairlerimizden Necati kendi devrinde kuraklıktan dolayı Arpa kıtlığını anlatan manzumesi ve daha başka şairlerimizin manzumeleri kuraklığın tarihte de büyük sıkıntılara sebep olduğunu anlatmaktadır. Şairlerimiz bugün için yaşamış olsalardı neler yazarlardı bilmiyoruz. Ancak, yaşayan şairlerimizin bu konuda şiirlerine rastladığımızı söylemek hayli zor. En azından ben hiç rastlamadım. Allah korusun kuraklığın sebep olacağı susuzluk ve kıtlığın sonucunda yardım edecek birilerini bulabilir miyiz? Bir kıtlık karşısında ne yapılacağı hakkında fikri olan var mıdır?  Su fakiri olan topraklarımızda israfı önleyecek tedbirlerimiz var mıdır? Soruları çoğaltabiliriz. Cevap verecekleri bulabilecek miyiz? Bu da başka bir sorudur.

     Her ne sebeple olursa olsun kurak ve yağışsız mevsimler yaşadığımız aşikârdır. Her mevsimin içinde geçen günlerin özel adlarının da bir manası kalmadı. Karakış, zemheri, mart dokuzu, cemre, aprilin beşi, Hıdırellez, nevruz, sulu sepken, lapa lapa, kırk ikindi ve diğerleri bunları yeni nesil hiç bilmeyecek galiba. Muhtemelen edebiyatımızın satır aralarında veya mısraları süsleyen beyitlerde de olmayacaklardır. Şimdilik gelecekte ne olacağını bilmiyoruz.

     Yaşadığımız zaman diliminde eskilerin kullandıkları ve edebiyatımızı süsleyen kavramların varlığının manası da şimdilerde gereksiz görülebilir. Gelecekte eskiden yaşanan iklimin tekrar yaşanması halinde yeni kavramlar mı icat edilecek onu da bilmiyoruz. Bilmediğimiz çok şey olduğu da muhakkak.

     Kuraklığın sebep olduğu sonuçlar sadece kuraklık ve kıtlık değildir. İnsan ruhunu da tesir altına aldığını söylemek yanlış olmaz. Bu tesirin sonucunun insanların gönlünün çoraklaştırılarak bir gönül kıtlığının yaşanmaması en büyük dileğimizdir. Ancak gidişatın böyle olmadığını görmek de üzüntü vesilemizdir.