‘‘Bazı suskunluklar, sözden daha yüksek yankılanır.’’

Bu toprakların en gür sesinin sustuğu gündür 10 Kasım.
Kasım’ın yorgun dalından eksilen bu günde, yapraklar sessiz sessiz dökülür; rüzgâr bile usul usul konuşur…

Kasım sabahlarının ayazı,
Onun yokluğu değil,
Onun büyüklüğünün soğuğudur.

Atamız aramızdan ayrılalı yıllar yıllar olsa da; biz, her sabah yeniden doğduğunu görürüz her yerde…
Bir okul sırasının başında,
Bir fabrikanın bacasında,
Bir kız çocuğunun gözlerindeki aydınlıkta…

Biz, bir hatıranın değil;
Bir ideanın çocuklarıyız.

O idea ki,
Aklın pusulasına, bilimin yoluna,
Özgürlüğün kanatlarına yaslanır.

O, bir yürüyüştür geleceğe doğru.
O, esareti reddeden bir iradenin adıdır.
O, umut tükenmişken “Yarınlar bizimdir.” diyen bir sesin sahibidir.
O, karanlığa meydan okuyan bir akıl, bir güvendir.
Bir şimşek gibi düşen cesarettir karanlığa.
Bir milletin “Ben varım!” diye haykıran kalp atışıdır, yürek sesidir.

Ve Atatürk,
Gökteki en parlak yıldızdır hâlâ.
Nerede başımız dikse,
Nerede umut yeşerse,
Nerede “yarın” kelimesi telaffuz edilse,
Oradadır hep.

Bazı insanlar vardır; yaşadıkları dönemi değil, gelecek yüzyılları aydınlatır.
Mustafa Kemal Atatürk, işte böyle bir liderdir.

Bu nedenle 10 Kasım, yalnızca bir anma günü değildir.
Bu tarih; bir liderin, bir milletin kaderini nasıl değiştirdiğini hatırlama ve hatırlatma günüdür.
Onun yokluğuna değil, bıraktığı sonsuz mirasa odaklanma günüdür.

O’nun bize bıraktığı emaneti — Cumhuriyeti — koruma yeminimizi tazelediğimiz gündür.
Her okulda, her evde, her yürekte aynı büyük inançla söylediğimiz bir yemindir bu.

Bu yüzden 10 Kasım, ölümü anmak değil;
Ölümsüzlüğü idrak etmektir aslında.

10 Kasım, bir sonun değil;
Bir başlangıcın tarihidir.

Bu millet var oldukça,
Bu bayrak göklerde dalgalandıkça,
Adın da, ışığın da sönmeyecek Atam.

Minnetle, özlemle, gururla, saygıyla…
Ruhun şad olsun.