Üç Zaman Aynı Masada
Toplantı odasında zaman, bir masa etrafında toplanmıştı.
Masif ahşap masa, yılların yükünü sırtında taşıyor;
üzerindeki çizikler, suskun tanıklar gibi bakıyordu insanlara.
X pencereye yakın oturdu.
Gün ışığı, saçlarına düşen akları daha da belirginleştiriyordu.
O, zamanın ağır yürüdüğü yıllardan gelmişti;
emekle yoğrulan, sabırla mühürlenen bir çağdan.
Karşısında Y vardı.
Saatine bakıyor, sonra vazgeçiyordu.
Onun zamanı akıyordu;
ne duruyor ne de bekliyordu.
Her şeyi yetiştirmek istiyor,
hiçbir şeyi kaçırmak istemiyordu.
Kapıya yakın Z oturuyordu.
Sandalyeyi değil, ihtimali temsil ediyordu.
Gözlerinde henüz yaşanmamış günlerin ışığı vardı.
Zaman onun için bir sınır değil,
açık bir kapıydı.
X konuştu:
“Biz bu yoldan geçtik,” dedi.
“Sertti, dardı, ama yoldu.”
Y başını kaldırdı:
“Yoldu,” dedi,
“ama belki de başka geçitler vardır.”
Z fısıldadı:
“Belki yol dediğimiz şey,
her yürüyenin ardından yeniden çiziliyordur.”
Sözler havada asılı kaldı.
Geçmiş, bugüne alınmıştı;
gelecek ise henüz karar vermemişti.
X sustu.
Sustu çünkü bazı hakikatler,yüksek sesle değil,derinlikle taşınırdı.
Onun suskunluğu,yılların birikmiş cümlesiydi.
Y düşündü.
İki zaman arasında kalmıştı;birinin ağırlığını,diğerinin hızını taşıyordu.
Z ise korkmuyordu.
Çünkü bilmediği şeyler,ona tehdit değil,vaat gibi geliyordu.
Sonra X yavaşça gülümsedi.
“Biz düştük,” dedi.
“Toprağı tanıdık.
Sizin toprağı tanımak için düşmenizi istemem.”
Z başını eğdi.
“Ben de,” dedi,
“aynı yarayı miras almak istemem.”
İşte o an,
zaman masanın etrafında yer değiştirdi.
Geçmiş, geleceğe omuz verdi;
gelecek, geçmişe kulak verdi.
Bugün ise ikisinin arasında,ilk kez nefes aldı.
Toplantı bittiğinde masa aynıydı.
Ama artık çizikler yara değil,hatıraydı.
Çünkü kuşaklar,
birbirini aşmak için değil;birbirini tamamlamak için vardı.
Zaman, bazen bir takvim değildir;aynaya benzer.
Bakan herkes kendini görür,ama kimse aynı yüzle bakmaz.
Aynanın bir yanında geçmiş durur.
Ellerinde nasır, gözlerinde suskunluk vardır.
Sözü ağırdır; çünkü her kelimesi yaşanmıştır.
O, düşerek öğrenmiş bir kuşaktır.
Düşmenin sesini bilir,kalkmanın ağırlığını tanır.
Diğer yanında gelecek bekler.
Henüz yarası yoktur;bu yüzden cesurdur.
Soruları çoktur,cevaplardan çok ihtimallere inanır.
O, düşmemek için soran bir kuşaktır.
İkisi arasında bugün durur.
Ne tamamen hatıra,ne bütünüyle hayaldir.
Bir eli geçmişin omzunda,diğeri geleceğin kapısındadır.
Yükü ağırdır;çünkü iki zamanı birden taşır.
Çatışma,aynı aynaya farklı yerlerden bakmaktır.
Biri “Böyleydi” der,
diğeri “Böyle olmak zorunda değil.”
Biri susarak öğretir,
diğeri konuşarak öğrenmek ister.
Ama bilgelik,aynanın kırılmamasındadır.
Çünkü kırılan her parça,gerçeği çoğaltmaz;yaralar.
Geçmiş, geleceğe kızmaz aslında;unutulmaktan korkar.
Gelecek de geçmişe karşı gelmez;yük olmak istemez.
Ve bir gün,aynaya birlikte bakmayı öğrenirler.
O an fark edilir ki:Geçmiş, yolun hafızasıdır;gelecek, yolun ihtimali.Bugün ise yürüyüştür.
Uyum,aynı adımı atmak değildir.
Aynı yolda,farklı izler bırakabilmektir.
Çünkü zaman,
tek bir kuşağın omzuna sığmayacak kadar uzun,
tek bir kuşağın kalbine bırakılmayacak kadar derindir.
X kuşağı zamanı bekleyerek yaşadı.
Sabretmeyi, yetinmeyi, sessiz kalmayı öğrendi.
Hayaller çoğu zaman ertelendi,
Sorumluluklar hep öne alındı.
Onlar yük taşıdı; adını koymadan, ses çıkarmadan…
Y kuşağı arada kaldı.
Hem öğretileni sorguladı hem de ondan kopamadı.
Bir yanda “böyle gelmiş böyle gider” diyen geçmiş,
Diğer yanda “başka türlü de mümkün” diyen bir gelecek vardı.
Umutla kaygı arasında salındı durdu.
Z kuşağı ise sorularla geldi.
Sessizliği kabullenmedi, sınırları zorladı.
Hızlı düşündü, hızlı konuştu, hızlı yoruldu.
Kırılgandı ama cesurdu.
İçinde biriktirmek yerine dışa vurmayı seçti.
Bir kuşak yürürken iz bırakır,
diğeri o izlerden yol yapar.
Sorun, izlerin eskimesi değil;
yolu kimin tarif edeceği konusundaki sessiz inattır.
X kuşağı der ki:
“Biz düşmeden öğrendik.”
Y kuşağı sorar:
“Düşmeden öğrenmenin yolu yok mu?”
Z kuşağı ise ekler:
“Neden aynı yerden düşelim?”
Çatışma varsa işte tam da burada başlar.
Tecrübe, sabır ister;yenilik ise hız.
Biri geçmişi taşır,diğeri geleceği çağırır.
Ama unutulan bir şey vardır:
Geçmiş, geleceği küçümserse kök kurur;
gelecek, geçmişi yok sayarsa savrulur.
Kuşaklar bazen birbirini anlamaz,
çünkü biri sessizliği erdem sayar,diğeri soruyu cesaret.
Biri “sabret” der,diğeri “neden bekleyeyim?”
Oysa bilgelik şudur:
Sabır olmadan derinlik olmaz,
soru olmadan ilerleme.
Uyum, benzemekte değil;tamamlamaktadır.
Çekiç olmadan çivi işe yaramaz,
çivi olmadan çekiç sadece ağırlıktır.
X kuşağı öğretir:
“Her şey hemen olmaz.”
Y kuşağı hatırlatır:
“Her şey hep böyle kalmaz.”
Z kuşağı cesurca söyler:
“Her şey değişebilir.”
Ve belki de asıl gerçek şudur:
Kuşaklar çatıştığında zaman kaybedilir,
uyum sağlandığında gelecek kazanılır.
Çünkü dünya,
sadece gençlerin omzunda taşınamayacak kadar ağır,
sadece eskilerin hatıralarında kalamayacak kadar yenidir.
X dayanmayı öğretti,
Y dengeyi aradı,
Z değişimi zorladı.
Birinin sustuğu yerde diğeri konuştu,
Birinin kabullendiğini öteki reddetti.
Ama hepsi aynı dünyanın yükünü taşıdı
Sadece yöntemleri farklıydı.
Bugün anlaşmazlık varsa,
Sebebi farklı değerler değil;
Farklı yaralar.
Kuşaklar çatışmaz aslında,
Kuşaklar birbirini tamamlar.
Dün sabırdı, bugün arayış,Yarın belki de cesaret…
Ve zaman,
Her birine kendi dilini öğretirken
Hepsini aynı hikâyenin içine yazmaya devam eder.