Takvim yaprakları her yıl sessizce düşer.
Ama bazı zamanlar vardır ki, düşmez; kalbe konar.
Üç Aylar işte böyle bir zamandır.
Zamanın hızdan utandığı, kalbin kendini hatırladığı bir eşiktir. İçimizdeki inancı kavileştirmek için bir fırsat yolculuğudur.
Recep ile başlar bu yolculuk.
Bir davet gibidir; yüksek sesle değil, içten içe duyulan bir çağrıyla.
“Dur,” der zaman, “Biraz kendine dön.”
Receb ayı, insana ilk soruyu sorar:
“Ne kadar farkındasın kendinden?”
Gürültüyle yaşadığımız bir çağda, bu ay sessizliği hatırlatır.
Kul, ilk defa durur ve aynaya bakar.
O aynada gördüğü şey bazen ibadet değil, ihmaldir.
İnsan, çoğu vakit kalabalıklar içinde kaybolur.
Sözler çoğalır, anlam azalır.
Koşu artar, yön unutulur.
Üç Aylar, işte bu unutkanlığa karşı ilahi bir hatırlatmadır.
Tasavvuf ehli der ki:
Zaman, kalbin aynasıdır.
Kalp bulanıksa zaman da bulanık akar.
Kalp durulursa, zaman da incelir.
Recep, tövbenin kapısıdır.
Geçmişin yüküyle yüzleşmektir.
İnsanın kendine sorduğu en ağır sorudur: “Ben kimdim, kim oldum?”
Şaban, kalbin terbiye edildiği aydır.
Sadece hatalardan arınmak değil, niyetleri de arıtmak zamanıdır.
Çünkü tasavvufta bilinir ki:
Niyet düzelmeden amel doğrulmaz.
Korkunun yerini ümit alır.
Salavat, sadece dilde kalan bir tekrar olmaktan çıkar;kalbin ritmine dönüşür.
İnsan, Allah’a yaklaşmanın yolunun önce O’nun sevdiğini sevmekten geçtiğini anlar.
Ve Ramazan…
Ramazan, sadece oruç değildir.
Ramazan, insanın kendine tuttuğu oruçtur.
Dilden, gözden, kalpten…
Fazlalıkların sustuğu, hakikatin konuştuğu aydır.
Susmak, sabretmek, paylaşmak…
Bunların her biri nefsi zayıflatırken, ruhu ayağa kaldırır.
Üç Aylar bir takvim süreci değil, bir ruhsal eğitimdir.
İnsan bu aylarda, daha az konuşur, daha çok duyar.
Daha az ister, daha çok şükreder.
Tasavvuf der ki:
Kalp, Allah’ın nazargâhıdır.
Üç Aylar, o nazargâhı temizleme vaktidir.
Kırgınlıkları süpürmek, kibiri kapı dışarı etmek, affı içeri buyur etmektir.
Bu aylar bize şunu öğretir:
Her şey hızla geçer, ama insanın kendine dönüşü ağır olur. Ve bazen insan, ancak durduğunda ilerler.
Üç Aylar, göğe açılan bir merdiven değil; kalbe inen bir yoldur.
O yolda yürüyen bilir ki:
Allah’a giden yol,
insanın kendine dürüst olmasıyla başlar.
Üç Aylar, çıkıp giderken bizi biraz daha insan kıvamına getirir, biraz daha kul, biraz daha ruhumuza kalbimize dokunarak bizi duygu seline boğmuş olur. Hayat zor ya , yaşamak bazen ağır gelir ya ,modernite adı altında modern köleler olup ezilmişizdir ya ve kurulmuş robot gibi yaşamın içinde kıyısından öylesine varolmuşuz ya … Hayatımızdan çıkarken üç aylar biz onun bıraktığı gibi kalamayız hiçbir zaman . Yıpranırız, hırpalanırız, kirleniriz. Tekrar geldiğinde bizi enkazdan çıkmış gibi bulur karşısında…Bıraktığı gibi kalamamışızdır. Yine de hoş görür o. Yine de içimize gümrah gümrah akan bir nur olup ipil ipil parlar o…Yine de her sene bize uğrar o…
Ve belki de en dokunaklı hakikat şudur:
Üç Aylar gelmez aslında…Biz,biraz daha insan olmaya yaklaşırız.
Üç Aylar bize yeni bir şey öğretmez aslında.Unuttuklarımızı hatırlatır.
Secdenin bir yük değil, bir sığınak olduğunu…
Duanın çaresizlik değil, yakınlık olduğunu…
Ve aşkın, ilâhî olunca insanı inceltip olgunlaştırdığını…
Bu aylar geçip gider…
Ama kalbine değmişse iz bırakır.
Asıl mesele Üç Ayları yaşamak değil;
Üç Aylar geçtikten sonra da o hâlde kalabilmektir.
Çünkü ibadet bir mevsimlik davranış değil, hele ki ahlâk sürekli olmalıdır.
Ve takvim yeniden sıradan günlere döndüğünde, kalp hâlâ uyanıksa…
İşte o zaman Üç Aylar amacına ulaşmış demektir…