Benim için hiçbir zaman yalnızca bir isim olmadı. Elazığ Şarap Fabrikası, çocukluğumun adres tarifiydi. Evimin yerini anlatırken küçücük bir çocuğun diline pelesenk olan o kelime… “Evim şarap fabrikasının karşısında.” Bunu söyleyebilmek hem gurur verir hem de içimde tarif edemediğim bir mutluluk taşırdı. Çünkü o fabrika; şehrimin kendi ürettiği bir değerin, bir emeğin, bir bereketin simgesiydi. Çocuktum belki ama üretmenin kıymetini hissederdim.
Bahçesindeki bana bitmeyecek kadar uzun görünen ağaçlar… Yeşilin huzur verdiği, büyüklerimizin bizi gönül rahatlığıyla oyun oynamaya bıraktığı o güvenli bahçe… İnsan hangi yaşa gelirse gelsin, çocukluğunun mekânları hep bir köşesinde aynı hâliyle duruyor sanır. Sanki yıllar değil, biz değişmişizdir; mekânlar hep bizi beklemiştir.
Bağ bozumu vakitleri… Öküzgözü üzümünün adını, evimizin önünden geçen devasa kamyonlara her eylül ayında selam vererek öğrendim. O kamyonlardan yayılan keskin ve nefis üzüm kokusuna karışan çocukluk heyecanı hâlâ içimdedir.
Fakat bugün… Üzgünüm. Hem de çok.
Çünkü sadece çocukluğuma dair bir parça değil, aynı zamanda şehrimin simgesi olan bir değer için acı bir haber geldi. Firma aldığı kararla şarap üretim faaliyetlerini Tekirdağ ve Niğde’deki tesislerine taşıdı. Artık Elazığ üzümlerinden yapılan Elazığ şarabı, Elazığ’da değil; Tekirdağ ve Niğde’de üretilecek.
Bu cümle bile içime oturuyor. Çünkü bu artık yalnızca bir “taşınma” değil; benim için bir bitişin hikâyesi.
Her şehir, kendi ruhunu kendi ürettikleriyle taşır. Bir şehrin üzümü başka yerde mayalanınca sadece üretim yeri değişmez; o şehrin hafızasından bir renk eksilir.
Dahası var… Önümüzdeki bağ bozumu sezonunda Elazığlı üzüm üreticilerinin ürünlerini kime, nasıl ve hangi şartlarla satacağı da belirsiz. Yıllardır bu topraklarda bağ yetiştiren, ürününü fabrikaya güvenle teslim eden üreticinin geleceği, bugün bir soru işareti.
Hepimiz biliriz bu duyguyu: Bir yer kapanınca sadece kapısı kapanmaz. Bir dönemin ışığı söner. Bir şehrin belleği eksilir.
Elazığ’ın ruhunda derin bir iz bırakan Şarap Fabrikası… Benim için bir fabrikanın çok ötesinde; çocukluğumun, gururumun ve şehrimin emeğiydi. Ve şimdi o emek, o ruh, sessizce bir başka şehre taşınırken; geride burukluk değil, bir boşluk kalıyor.
Öğrenmek ne güzel kelime… Ama susmayı öğrenmek ne zor ve anlaşılmaz bir yolculuk… İnsan en çok, elinden alınan hatıraların ardından susmayı öğreniyor. Ben çocukluğumun hatırası için susmayı öğrenmek istemiyorum, siz de ses verin! Ve “Nerede, ne oldu?” diye sorun!
Sevgiyle kalın…